Merhaba sevgili okurlarım, Bugün sizlerle, insanoğlunun yaşam serüvenini üçe ayıran bir kavramdan bahsetmek istiyorum:
Sevgili okurlarım, Artık mahalle sohbetlerinde bile aynı cümle yankılanıyor: "Devlet okulu bitti, özel okula vereceğiz mecburen…" Ama durun, gerçekten bitti mi? Yoksa biz içini boşalttığımız bir sistemin dışına çıkınca her şeyi çözmüş mü oluyoruz?
Bir zamanlar yaz mevsimi denince aklımıza gelen neşeli anılar, artık yerini bunalım dolu günlere bıraktı.
Bazı duygular vardır, adı konmadan da can yakar. Son zamanlarda en çok bu kelimeyi duyuyorum: "Değersiz hissediyorum." Bu cümleyi sadece başarısız bir öğrenciden değil, yıllardır aynı evde yalnızlaşan bir eşten, büyük başarılar kazanmış ama içi boşalmış bir yöneticiden de duyuyorum.
Uzun zamandır sessiz bir göç yaşanıyor bu ülkede. Ne havaalanlarında bavullarla vedalaşan gençler var bu hikâyede, ne pasaport kontrolünde geri dönmemeye yemin eden akademisyenler…
Savaş, çoğu zaman silahlarla değil; tarih, hafıza ve kimlikle yürütülür.
İtiraf edelim… Hepimiz birer "görüntü yöneticisiyiz" artık. Filtreli sabah kahvaltıları, sahte kahkahalarla dolu story'ler, içimiz ağlarken "şükür elhamdülillah" pozları… Tam teşekküllü birer 'rol yapma sanatı' sahnesinde yaşıyoruz.
Son zamanlarda terapilerde sıkça karşılaştığım bir konu var. Aslında sadece terapide değil, gündelik sohbetlerde, kahve masalarında, kadınlar arası fısıltılarda da sıkça geçiyor.