Umberto Eco yaşasaydı Türkiye için ne söylerdi?
Pazar günü yağmur yağarken, balkonda Umberto Eco'nun Foucault Sarkacı kitabını okuyordum. Bir an için duraksadım. Bir süre sonra onunla sohbet eder gibi okumaya devam ettim.
Yağmur tüm hızıyla devam ederken artık yalnız olmadığımı fark ettim . Sonra Descartes’in sözü geldi aklıma “İyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir.” Bu sözü aklımdan geçirirken göz kapaklarım ağırlaştı ve Floransa’da bir kafede Umberto Eco ile kahve içerken, ayıldığımı hissettim.
Dışarda yağan yağmurun damlaları cama vurmaya devam ederken duvardaki takvime ilişti gözüm, 2012 tarihini gösteriyordu. Yani Umberto Eco 80 yaşındaydı. 4 yıllık ömrünün kaldığından habersiz kahvesinden bir yudum daha alırken konuşmaya başladık. Onun tutkulu bir hayranı olduğumu duyunca rahatladı.
O an belki de en son sorulacak soruyu en başta sorarak sohbete başlamak istedim, nedense…
Üstadım; üniversite eğitimin sırasında Tanrı'ya inanmayı bıraktığını ve Katolik Kilisesi'nden ayrıldığını biliyorum.
Neden böyle bir şey yapma ihtiyacı duydun?
Oldukça açık sözlüsün evlat, bu soruyu daha önce kimse sormaya cesaret edememişti.
O zaman kulaklarını aç ve beni iyi dinle. Bilirsin orta çağ konusunda ciddi araştırmalarım oldu özellikle felsefe tarihi ve orta çağın karanlık yüzü hakkında. Sonra ‘Gülün Adı’ kitabımı yazdım, çok beğenildi ve filmi çekildi.
Hangi taşı kaldırsam altından aşağılık bir din adamı çıkıyordu.
Dünya zengin din adamlarının, yoksul ve aç insanlara erdem üzerine vaaz verdikleri, rezil bir yerdir, sözümün alt yapısını oluşturacak bir uyanış yaşadım. Aslında tam olarak beni dinden soğutan ve Tanrı’yla arama kara kedi sokan şey orta çağın karanlığı ve bütün bu insanların kandırılmasına, öldürülmesine, işkence görmesine aldırmayan kayıtsız bir Tanrı ve çıkarcı ahlaksız din adamları idi. Din kavramı ve temsil ettiklerinden tiksinmemle başladı bu süreç ve sonra derin düşüncelere daldım, tüm bu olup bitenler gerçek olamazdı.
Sonra öğrenmeye devam ettikçe ne kadar haklı olduğumu kendi kendime defalarca kanıtladım ve ateizm benim için normalleşti.
Orta çağın karanlığından din adamları kendilerini aklayarak günümüze kadar ulaştılar ancak şu an orta doğuda yaşananlara bakarsan değişen pekte bir şeyin olmadığını göreceksin.
Bizler kitaplar için yaşıyoruz. Kargaşa ve yozlaşmanın egemen olduğu dünyada hoş bir görev bu.
Peki o halde, okuduğun tüm bu kitaplarda aslında aradığın şey neydi?
‘Her şeyde huzuru aradım ama hiçbir yerde bulamadım; bir kitapla çekildiğim köşeden başka…’
Üstadım, bana göre çok tecrübelisin tarih ve felsefe bilgin ortada yıllarca en önemli üniversitelerde Profesörlük yaptın, yazdığın kitapların filmi çekildi, 2005’de Dünyanın ilk 100 entelektüeli arasında 2. sıradaydın, bana ülkem Türkiye hakkında nasıl bir tavsiyede bulunursun?
Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra piposunu ağzına götürdü, biraz düşündükten sonra felsefe tarihi dersi anlatır gibi konuşmaya başladı:
İbrahim Müteferrika, 1728’de Osmanlıda ilk matbaayı kurdu ve önemli kitaplar onun sayesinde yaygınlaştı ancak o dönemde kıymeti pek de anlaşılamamıştı. Osmanlının gerileme nedenlerini de kapsayan önemli bir kitap yazdı. 1731 yılında yayınladığı bu kitapta, Osmanlı Devleti’nin gerileme nedenlerini de 8 maddede topladı:
1. Kanunları uygulamamak,
2. Adaletsizlik,
3. Devlet işlerinin ehliyetsiz ellere düşmesi,
4. Bilim adamlarının fikirlerine tahammülsüzlük,
5. Modern askeri teknolojide bilgisizlik,
6. Orduda disiplinsizlik,
7. Devlet servetini kötüye kullanma ve rüşvet,
8. Dış dünyadan habersizlik.
Bu 8 maddeyi incelersen 5 ve 6. maddeler hariç ülkende hiçbir şeyin değişmediğini göreceksin.
Evlat, Michelangelo 87 yaşında ‘Ancora Imparo!’ demişti.
Yani, ‘HALA ÖĞRENİYORUM’ şu an 80 yaşımdayım ben de öğrenmeye devam ediyorum.
Bu harika bir şey sana da tavsiye ederim.
Ancak, senin ülkende bu yok maalesef çünkü ülkeni yönetenler her şeyi biliyorlar ancak yapılan hatalar nedense 300 yıldır aynı…