SON DAKİKA

Yeni bir hikaye yazmamızın zamanı geldi

Dün akşam ana haber bültenini izlediğimde o kadar içim karardı ki bir an için hiçbir şeyin asla değişmeyeceği saçma sapan bir hamster döngüsü içerisinde boşuna canımı sıkıp durduğumu düşündüm…

İnsanların yaşadığı ekonomik kriz çözülecek gibi gözükmüyordu, mesela.

Devletin kasası boştu ve bu açığı yine vatandaştan geri almak istiyordu. Eğer para basarsa enflasyon yükselecekti ancak vergileri arttırarak halkın fakir kalması sağlanırsa para yine devlete geri gelecekti. Son 22 yılda Cumhuriyet tarihinden buyana en büyük vergi toplanmıştı yani 2,5 Trilyon dolardan bahsediyorum. Ancak bu para zavallı Türk halkının refah seviyesinde en ufak bir iyileştirme sağlayamamıştı. O halde bu kadar toplanan vergi nereye gitmişti?

Şimdi içinizden bazıları “11.000 km yol yapıldı. Avrasya tüneli, 3. Köprü, Osmangazi ve Çanakkale köprüleri onca havaalanı, onca şehir hastanesi yapıldı” diyebilir.

Tamamda bunların hepsi ihale ile yapıldı ve borçları ödenmeye devam ediyor.

Azerbaycan’ı düşünün doğalgaz zengini bir ülke ancak halkı fakir. Venezuela’yı düşünün dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ancak halkı fakir. İşin komik tarafı bizim bu tarz zenginliklerimizde yok ancak buna rağmen 2,5 trilyon dolar vergi toplanmış ancak emekliler 300 dolar alıyorlar…

İnsanlarımız ise sosyal medya, gerçek dışı diziler ve futbol ile uyumaya devam ediyorlar.

Harp okulu mezuniyet töreninde Atatürk’ün askerleri olduğunu söyleyen teğmenlere soruşturma başlatılırken...

Vergi kaçırıp yasa dışı bahis işine bulaştıkları aşikar olan Dilan Polat ve eşi serbest bırakılıyor. Aynı gün bu utanç verici haberin akabinde zavallı bir çocuk pazarda meyve satmaya çalışırken yakalanıyor ve zabıta tarafından öldüresiye dövülüyor.

Yani adaletsizlik, ümitsizlik, parasızlık, din sömürüsünden beslenen tarikatlar, ülkesinden kaçıp gelen mültecilerin kirlettiği zavallı güzel ülkemde bir şeyleri düzeltmek artık çok daha zor gibi gözüküyor.  

Sonra hiç sebep yokken Umberto Eco geliyor aklıma... “Dünya zengin din adamlarının, yoksul ve aç insanlara erdem üzerine vaaz verdikleri rezil bir yerdir…” sözünü düşünüyorum.

Ve aniden içimi karartan ana haber bülteni devam ederken televizyonu kapatıp yürüyüşe çıkmaya karar veriyorum.

İç sesim, her şeyin bu kadar kötü ve umutsuz olması mümkün değil fizik yasalarına aykırı bir durum diye kulağıma fısıldarken…

Cep telefonumu, kulaklığımı alarak dışarı çıkıyorum ancak insanlarla karşılaşmak ve konuşmak zorunda kalmak istemiyordum bu nedenle en sevdiğim parçayı açıp kulaklığımı takarak dünya ile bağlantımı kesiyorum.

Tibetli rahiplerin akan su ve kuş sesleri arasında üfledikleri şifa veren flütün sesine kulak verip yürümeye devam ediyorum.

2025 yılında 50 yaşına basacaktım ve yaşadığım 49 yılda canımı sıkan her şeyi geride bırakıp hayatımla ilgili yeni bir hikaye yazmaya karar verdim.

Bu defa bencil davranacak, sadece beni mutlu eden kişilerin, bana yeni fikirler kazandıracak kitapların ve beni hayata bağlayacak önemli uğraşların bu hikayede yer almasına izin verecektim. 

Kısaca bu yolculuk hayatımın en önemli yolculuğu olacaktı ve şüphesiz ölene kadar sürmesi için her şeyi yapacaktım…

Titanik batarken kurtulanlar, boğulanların çığlıklarını duymamak için filikalarda şarkı söyleyip ritim tutmuşlardı. 

Bu olay sanki şu an yaşadığımız çağın bir özeti gibi.

Ve Necip Fazıl yaşasaydı eğer, sanırım ülkemizde yaşananlar için şöyle söylerdi:

“Memleketler parasızlıktan değil, ahlaksızlıktan çökerler…”

Bence artık Türkiye’de ve dünyada olup biten her neyse değiştiremeyeceğimiz makro problemlerin sizi esir almasına izin vermeyin.

Sizi uyutan dizileri, sosyal medyayı, dedikodu yapmayı bırakın…

Ruhunuzun uyanmasına izin verin…

Bu hayat sizin yaşam yolculuğunuz ve bu yolculuğun nasıl geçmesini istiyorsanız sadece ona yoğunlaşın ve kendi mutluluk hikayenizi yazmaya başlayın. 

Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, güneşin her doğuşu sizin iyileşmeniz için yeni bir başlangıç sunar.