Erken yaşta Latince ve Yunanca öğrenmiş daha sonra Fransızca ve İtalyancayı konuşmuştur. Oxford Üniversitesinde, Skolastik Felsefe ve Aristoteles eğitimi almış, 20 yaşında mezun olarak , öğretmenliğe ve yazarlığa başlamıştır.

Avrupa’da Fransa ve İtalya’ya gezilerde bulunmuş . Kepler ve Galileo’nun eserlerini incelemiş,

Francis Bacon ile tanışmış ve felsefesinden etkilenmiştir.

Şüphesiz en önemli eseri sayılan LEVİATHAN’ı 1651 yılında yazmıştır. Kitabın kapak resmi, felsefi bir düşüncenin çok az sayıda unutulmaz temsillerinden biridir.

Vücudu binlerce küçük insandan oluşan kocaman bir insan, aşağıdaki derli toplu kentten yükselir. Başında taç, bir elinde kılıç ve diğer elinde hükümdarlık asası bulunan bu devin yanında çan kulesi cüce kalmaktadır. Bu, Hobbes’un tarif ettiği ölümcül Tanrı Leviathan’dır.

Leviathan , eski ahitte geçen bir deniz canavarıdır.

Hobbes’un bir toplum sözleşmesiyle birleşen bütün üyelerinin oluşturduğu büyük devlet organı için kullandığı metafordur.

Ve ben aslında, Leviathan kitabında gerçekte ne anlatmak istediğini öğrenmek üzere zaman makinamı çalıştırıp bu kitabı yazdıktan hemen sonra 1651 yılına İngiltere’ye gidiyorum.

-Üstadım Leviathan herkesin merak edip tartıştığı çok önemli bir kitap ve ben bu kitabın hikayesini bir hayranın olarak senden dinlemek isterim?

-Yabancı, kimsin bilmiyorum ancak madem öğrenmek istiyorsun kendine bir kahve al ve otur.

Toplumsal Sözleşme Kuramları’nın ilk temsilcisiyim aslında, toplumsal sözleşme ile oluşturulan yapay bir cisim olarak devleti Leviathan kitabımda ele almak istedim. Üzerinden uzun yıllar geçse de önemini kaybedeceğine ihtimal vermiyorum.

Hem devletin oluşturulmasına hem de işleyişine ilişkin görüşlerimi anlatmaya çalıştım. Biraz açayım istersen, devletin var olmadığı doğa durumunda, birbiri ile eşit olan bütün insanlar arasında bitmek bilmeyen bir savaş durumu hâkimdir. Barış şartlarını sunan ve teşvik eden insan aklı ve doğa yasaları ise, herkesin herkese karşı savaş içerisinde olduğu bu durumdan toplumsal sözleşme ile çıkılabileceğini öne sürmektedir. Bana göre herkesin doğal hakkını ortaklaşa bir şekilde devretmesine dayanan toplumsal sözleşme yoluyla oluşturulan devletin varoluşsal nedeni, bireylerin güvenliğinin sağlanmasıdır. Devletin var olmadığı doğa durumunda yaşayan insanların güvenlikten yoksun yaşama koşulları ve her insanın doğa durumunda sahip olduğu kendi güvenliğini sağlamak için şiddet kullanabilmesini içeren doğal hak, toplumsal sözleşme ile devredilmekte ve devlet oluşturulmaktadır. Toplumsal sözleşme ile oluşturulan devletin meşruiyeti ise, kendisini oluşturan bireylerin güvenliğini sağlamasından gelmektedir. 

Bana göre, güvenlik ihtiyacından doğan devlet, kitabımda açıkça belirttiğim üzere güvenliğin sağlanması bakımından tekel bir konuma da sahiptir. Ancak devletin kendisini var eden bireylerin güvenliğini sağlayamaması durumunda, toplumsal sözleşme geçersiz hale gelmekte ve devlet ortadan kalkmaktadır…

-Peki bu gibi durumlarda çıkacak kaos o devletin sonunu getirebilir mi?

-Elbette bu mümkün ancak o devleti oluşturan halk eğer tüm bu olup bitenlerden haberdar ise gerekli müdahaleyi mutlaka yapacaktır.

Bu nedenle, ‘Tarihi bilmek geleceğe egemen olmaktır…’derim hep.

-Genç adam bütün mesele insanların kendilerini nasıl konumlandırdıkları ile ilgilidir.

Eğer bu konumlandırma durumunda halk kendini yönlendirilecek bir koyun sürüsü gibi görüyorsa bir an önce uyanmalıdır ve toparlanmalıdır!

Son olarak sana şunu söyleyebilirim;

‘Koyunlar tüm ömürlerini kurttan korkarak geçirirler halbuki sonunda onları yiyen, her gün yanlarında olan ve en çok güvendikleri, çobandır…’