Dolar $
32.21
%0.01 0
Euro €
34.98
%0 0
Sterlin £
40.94
%-0.1 -0.04
Çeyrek Altın
4089.69
%-0.43 -17.36
SON DAKİKA

Duvar

DuvarBugün felsefeci yanım, görüşlerini en fazla beğendiğim filozofun gözlüklerinden şu an yaşadıklarımızı yorumlamak istedi. Bu nedenle filozofun Duvar adındaki hikayesinden yola çıkmak istedim. Ancak yine de filozofumuzu birlikte tanıyalım istiyorum.

Jean Paul Sartre, (1905-1980), Fransız varoluşçu filozof, oyun, roman ve biyografi yazarı, senarist, siyasal aktivist ve edebiyat eleştirmeniydi. 20. yüzyıl Fransız felsefesinde, bilhassa Marksizm’de önde gelen isimlerden, edebi ve felsefi varoluşçuluğun da en önemli figürlerinden biriydi. 1964 Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştü fakat ödülü reddetmişti…

Ödüllü reddetmesi, kabul edip kütüphanesinde bir kitabın üstüne koymasından çok daha ciddi bir etki yarattı.

Ünlü konferansı “Varoluşçuluk bir Hümanizm” (1946) ile Sartre, varoluşçu felsefesinin temel fikirlerini ve bunların hayatın anlamı sorusuyla ilişkisini ortaya koydu. Konferansa, komünistlerin onun varoluşçu felsefesini burjuva olarak eleştirdiklerini belirterek başladı; Hıristiyanlar onu ahlaki olarak reddetmişti ve diğerleri de onun felsefesini, güzelliğin öznel, kirli ve değersiz hali olarak tanımlamıştı. Sartre buna karşılık olarak varoluşçuluğun “varoluş özden önce gelir” ilkesine dayandığını, yani somut öznel varoluşumuzun, geliştirdiğimiz özden önce geldiğini açıkladı.

Bu fikri anlayabilmemize yardımcı olmak için Sartre, mektup açacağı gibi insan yapımı bir objeyi ele alır. Bu durumda objenin özü, yani mektupları açmak, varlığından önce gelir. Çünkü onu yapan usta, mektup açacağı var olmadan önce bu özü göz önünde bulundurur. Tanrı’yı insanoğlunun yaratıcısı olarak düşündüğümüzde, yukarıdaki örneğe benzer bir şekilde muhakeme ederiz. Tanrı’nın aklında ilk önce özümüz vardı. Daha sonra bizi, insanın doğasına uygun bir şekilde yarattı. Sartre’ın ateist varoluşçuluğu ise bunun tersini ima eder. İnsanoğlu olarak varoluşumuz özümüzden önce gelir, çünkü bize bir öz verecek bir Tanrı yoktur ve ne olacağımızı özgürce seçeriz. Sandalye ve masalardan farklı olarak kendi kendimizi yapmak zorundayız ve bunu yaparken yarattığımız özden tek başımıza sorumluyuz…

Sonuçta insan, tam olarak, değerlerin ve anlamların yegane kanun koyucusu olarak kendini tanımak demektir ki bu Sartre için onun ateist pozisyonunun mantıklı bir sonucudur. Fakat tanrılar olsa bile, bu hiçbir fark yaratmaz. İnsanların yaşamlarının değerli ve anlamlı olması için yine de kendi değerlerini ve anlamlarını oluşturmaları gerekir.

Özetle insanlar, önceden var olan bir öze sahip, yapılmış objeler değildir; kendi anlamlarını yaratmayı özgürce seçmeleri gereken varlıklardır.

İlk hikâyesi olan Duvar’da ise Sartre, İspanya İç Savaşı sırasında (1926) İspanya’yı kurtarmak isteyen Pablo Ibbieta’nın Falanjistler tarafından yakalanarak arkadaşı Ramon Gris’in saklandığı yeri söylemesi için mahkum edildiği bir geceyi ve onun ertesi gününü anlatmaktadır. 

Söylemediği takdirde duvarın önünde kurşuna dizilecektir…

Duvar, sıradan hayatları olan insanların, toplumsal beklentinin önlerine sürdükleri şartları adım adım gerçekleştirirken, buna karşı çıkan ayrıkotlarını anlatan bir hikâyedir.

Elbette ki Sartre’ın hikayesinde zaman ve mekan farklıdır ancak insan malzemesi, insanın olaylar karşısında ki tepkilerinde değişen çok da fazla bir şey olmadığını görüyoruz. Ayrıca Sartre’ın koyu bir ateist olması bazı kesimleri rahatsız etse de yaşadığımız çağda dinci gözüküp de her türlü haltı yemeyi kendinde hak olarak gören cahil ancak kurnaz insanlara karşı bir duvar örülmesi gerektiğini düşündürtüyor her nedense bana…

Maalesef, bu tarz insanların dini kullanarak masum ve iyi niyetli insanları maddi manevi sömürdüğü bir ülkede yaşıyoruz.

“Özgürlüğümüzden kaçamayız…” der Sartre. “…ve onlar için mazeret sunmamalıyız.” Sartre’ın örneğinde, annemizle kalmak ya da gidip Nazilerle savaşmak arasında karar verirken, insan doğasının ya da nesnel ahlaki değerlerin bize yardım etmeyeceğini söyler. Sadece özgürlüğümüzü kullanmalı, seçmeli ve beraberinde gelen sorumluluğu ve kederi kabul etmeliyiz…