Dolar $
32.19
%-0.26 -0.08
Euro €
34.99
%-0.42 -0.14
Sterlin £
41.18
%-0.05 -0.02
Çeyrek Altın
4094.65
%1.76 69.77
SON DAKİKA

Depremin enerjisini, faydan süzerek depolayabilseydik?

Bugün aslında depreme farklı bir açıdan bakmanızı istiyorum. Depremleri hep yakan, yıkan ardında gözü yaşlı insanlar bırakan çok kötü doğa olayları gibi gördük bu nedenle hep korku, panik ve savunma halindeyiz.

Oysa bu gün depremlere farklı bir açıdan bakmanızı istiyorum.

Depremin oluş mekanizmasını basitçe hatırlayalım, dünyada meydana gelen depremlerin %90’ı tektonik depremlerdir ve bu depremler kıtasal kabuktaki levhaların birbirine sürtünmeleri sonucu biriktirdikleri elastik deformasyon enerjisinin kayaçların direnme gücü aşıldığında aniden açığa çıkması sonucu oluşurlar. 

Diğer %10’luk kısımda meydana gelen volkanik ve çöküntü sonucu oluşan depremlerde de bir enerji açığa çıkar ancak bunlar çok büyük deprem üretmezler.

O halde asıl sorumuzu tekrarlayalım, depremin enerjisini , faydan ayırarak depolayabilseydik neler olurdu?

*Eğer bunu yapabilseydik bütün önemli fayları birer enerji istasyonuna dönüştürüp periyodik olarak enerjilerini alarak devasa kondansatörlerde depolayıp, enerji ihtiyacımızı karşılayabilirdik.

*Bu şekilde enerjisi alınan faylar asla ciddi enerji biriktiremedikleri için büyük depremler üretemezlerdi.

*Böylece depremleri olmadan engelleyerek, depremin yıkıcı etkisini kontrol altına alabilirdik ve bu şekilde asla binaları yıkacak büyüklükte enerji açığa çıkmaz ve kimsede ölmezdi.

Bakınız, dünyanın yarıçapı 6371 km. olmasına rağmen ve kıtasal kabuk ortalama 33 km olmasına rağmen bizim sondaj yaparak ulaşabildiğimiz maksimum derinlik şuan 12,345 m.’dir. Bunun en büyük sebebi bu derinlikte sıcaklığın 1200 °C ulaşarak sondaj takımını eritmesidir. Peki o zaman dünyanın yarıçapının 6371 km. olduğunu kıtasal kabuğun 33 km. olduğunu nerden biliyoruz diye soracak olursanız?

Cevabım , Jeofizik yöntemler neticesinde bilinmesi olacaktır. Tekrar konumuza dönecek olursak örneğin ülkemizde KAF (Kuzey Anadolu Fayı) etki derinliği 17 km. olup genel olarak 0-20 km. arası ciddi depremler olmaktadır.

2011 yılında Japonya’da meydana gelen ve son 1000 yılda gerçekleşmiş en büyük 5 depremden biri olan Tohoku depreminin Magnitüdü 9’du. Merkez üstü Sendai’nin 130 km kuzeydoğusundaydı. Episantr noktasının Tokyo’ya uzaklığı 370 km idi.

Okyanus tabanında yaklaşık 400 km uzunluğunda bir dalma batma zonunda deniz tabanı 3 metre yukarı doğru hareket ederek, yaklaşık 100 milyar metreküp okyanus suyunu yerinden sıçratmış ve saatte 800 km hızla sahile Fukuşima nükleer santraline doğru hareket ettirmişti. Denizdeki dalga boyu yaklaşık 14 metre yüksekliğinde iken sahile yaklaştıkça suyun derinliği azalacak ve dalga boyu 38 metreye kadar çıkacaktı. Bu tam anlamıyla bir felaketti.    Enerji olarak karşılaştıracak olsaydım, bu deprem Hiroşima’ya atı- lan atom bombasının yarattığı etkiden 600 milyon kez fazlaydı. Bu enerjiyi depolayabilseydik eğer Amerika’nın 100 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabilirdik.

Tek bir deprem ve Amerika’nın 100 yıllık enerji ihtiyacını karşılayacak fırsat vardı ancak bu enerjiyi öncesinde çekip depolayabilecek teknolojiye sahip değildik ve nemi oldu?

Deprem konusunda ileri bilinç seviyesine sahip bir ülkede tsunami sonrası meydana gelen süpürmede 18,500 kişi hayatını kaybetti.

Bakınız bu konuyu 2 ay önce kitapçılarda yerini alan ‘İstanbul Depremi’ kitabımda ciddi anlamda irdeledim. Bence hayati anlamda önemli bir konu ancak depremi oluşturan elastik deformasyon enerjisinin faydan süzülerek devasa kondansatörlerde depolanması ve fayları insanları öldüren ve korkutan bir canavar olmaktan faydalı bir enerji üretim istasyonuna dönüştürme fikrim, mutlaka irdelenmelidir.

Çünkü bu konu multidisipliner araştırılması gereken çok önemli bir problem. Bu problemi çözen ülkeler bence enerji bağımlılıklarını da çözecekler. Ancak az önce belirttiğim gibi bu konu pek çok bilim dalını ilgilendiriyor örneğin bu konuda bir araştırma grubu kurulabilir. Bu araştırma grubunda, fizik, jeofizik, jeoloji, bilgisayar, elektronik, makine, metalurji, malzeme hatta mekatronik mühendislerinden oluşan bir bilim insanı grubu bu hayati problemi, TÜBİTAK bünyesinde çalışabilirler. 

Zira, bu problem asla tek bir kişinin, tek bilim dalıyla çözebileceği kadar basit değildir.

Ancak, bilim bu kadar ilerlemişken, mühendislerin bu problemi yakın bir gelecekte mutlaka çözeceklerine olan inancım tamdır…