ABD–Çin rekabeti Türkiye'yi nasıl etkiliyor?
Küresel ekonomi son on yıldır bir dönüm noktasında. 20. yüzyılın sonunda Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle tek kutuplu bir dünya düzeni oluşmuştu. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), hem askeri hem ekonomik olarak tartışmasız bir süper güç haline gelmişti. Ancak 21. yüzyıla geldiğimizde Çin, yalnızca nüfus gücüyle değil, ticaret hacmi, sanayi kapasitesi, teknoloji yatırımları ve küresel finans ağıyla ABD'nin en büyük rakibi olarak yükseldi.
Bugün, ABD ile Çin arasında yaşanan bu dev güç mücadelesi sadece Asya-Pasifik bölgesini değil, Avrupa’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Orta Doğu’ya kadar tüm ülkeleri ve piyasaları etkiliyor. Türkiye de bu denklemde stratejik konumu, jeopolitik ilişkileri ve ekonomik kırılganlıklarıyla doğrudan etkilenen ülkeler arasında yer alıyor.
Peki bu rekabetin Türkiye’ye yansıması tam olarak ne? Hangi riskler, hangi fırsatlar önümüzde duruyor? Detaylıca inceleyelim.
ABD–Çin rekabeti sadece ticaret savaşı değil; teknoloji, enerji, finans ve savunma sanayii alanlarında da çok katmanlı bir rekabet. Özellikle Donald Trump döneminde başlayan yüksek gümrük vergileri, tedarik zincirlerini parçalamış, Çin’in ihracatını hedef alan çeşitli ambargolar getirilmişti. Biden yönetimiyle birlikte bu rekabet biraz yumuşadı gibi görünse de temel çatışma noktaları yerinde duruyor: 5G altyapısı, yarı iletken çip üretimi, yeşil enerji teknolojileri ve küresel lojistik hatları bu rekabetin küresel sistemde yarattığı belirsizlik ve kutuplaşma, gelişmekte olan ülkeleri, özellikle Türkiye gibi hem ABD hem Çin’le ilişkiler kurmak isteyen ülkeleri zor bir tercihler tablosunun içine sokuyor.
Türkiye ekonomisi nerede duruyor?
Türkiye’nin ihracat hacmine baktığımızda, en büyük pazar Avrupa Birliği. Ancak Çin, Türkiye’nin en büyük ithalat partnerlerinden biri haline gelmiş durumda. Özellikle elektronik, makine, kimya ve ara malları alanında Çin’den yapılan ithalat, sanayi üretiminde önemli bir rol oynuyor. Aynı zamanda Türkiye, Kuşak ve Yol Projesi kapsamında Çin’in Orta Koridor planına entegre edilmeye çalışılıyor. Çin, Türkiye’de liman yatırımları, altyapı projeleri ve enerji ortaklıkları peşinde.
Öte yandan ABD, Türkiye için kritik bir NATO müttefiki ve finansal sistemde dolar hâkimiyetinin temsilcisi. Türkiye’nin dış borç stokunun önemli kısmı dolar cinsinden, dolayısıyla Fed’in faiz artırımları, ABD piyasalarındaki gelişmeler Türkiye’yi doğrudan etkiliyor. Ayrıca savunma sanayii ve diplomatik ilişkilerde ABD ile bağlar stratejik önemde.Yani Türkiye, ekonomik ve jeopolitik olarak hem ABD hem Çin’le bağ kurmak zorunda olan bir ülke. Ancak bu çift taraflı oyun, büyük riskleri ve hassas dengeleri beraberinde getiriyor.
Rekabetin Türkiye’ye yansıyan riskleri
ABD–Çin rekabetinin Türkiye’ye yansıyan en büyük riski, ticaret savaşlarının tedarik zincirlerini sarsması. Çin’e uygulanan yaptırımlar ve kısıtlamalar, Türkiye’nin ara malı ve hammadde tedarikini pahalılaştırıyor. Çin’den gelen ucuz ürünler azalırsa, sanayi üretim maliyetleri yükseliyor, enflasyonist baskı artıyor.
Diğer yandan, ABD’nin Çin’e karşı teknoloji kısıtlamaları, küresel çip ve elektronik krizine yol açıyor. Türkiye’de özellikle beyaz eşya, otomotiv ve elektronik sektörleri bu krizden zarar görüyor. Ayrıca, ABD’nin küresel finansal sistemdeki ağırlığı nedeniyle Türkiye’nin Batı’dan gelen yatırımları Çin’le olan yakınlaşmadan olumsuz etkilenebilir. Bir başka risk, jeopolitik baskılar. ABD, Türkiye’nin Çin’le yakınlaşmasını yakından izliyor. Çin’den alınan kredi anlaşmaları, altyapı projeleri ya da askeri teknoloji işbirlikleri, Batı ittifakında Türkiye’nin konumunu sorgulatabilir.
Tüm bu risklerin yanında, ABD–Çin rekabeti Türkiye için fırsatlar da yaratıyor. Küresel şirketler, tedarik zincirlerini çeşitlendirmek için “Çin+1” stratejisi benimsiyor; yani üretimin bir kısmını Çin dışındaki ülkelere kaydırıyorlar. Türkiye, coğrafi konumu, Gümrük Birliği avantajı ve yetişmiş iş gücü ile bu stratejide öne çıkabilecek ülkelerden biri. Avrupa pazarına yakınlığı, genç nüfusu ve sanayi kapasitesiyle Türkiye, Çin’den kayan yatırımlar için cazip bir alternatif haline gelebilir.
Ayrıca enerji ve altyapı projelerinde Çin yatırımları, Türkiye’ye finansman ve teknoloji girişi sağlayabilir. Ancak burada kritik olan, bu anlaşmaların şeffaflık, kamu yararı ve ulusal çıkarlar çerçevesinde şekillenmesidir.
Türkiye ne yapmalı?
Türkiye’nin bu dev güçler arasındaki rekabette başarılı olabilmesi için bir denge politikası izlemesi gerekir. Tek bir tarafa aşırı yakınlaşmak, diğer tarafın yaptırımlarına ya da siyasi baskılarına maruz kalma riskini artırır. Oysa çok kutuplu bir dünyada, Türkiye’nin hem Batı’yla (AB ve ABD) hem de Doğu’yla (Çin ve Asya ülkeleri) dengeli ilişkiler kurarak, kendi çıkarlarını önceliklendiren bir strateji izlemesi şarttır.
Ayrıca iç yapıda da ciddi reformlara ihtiyaç var. Türkiye, yatırım ortamını iyileştirmeden, hukuki güveni sağlamadan, sanayi üretimini yüksek katma değerli hale getirmeden bu rekabetten fırsat yaratamaz. Dış politikada dengeyi sağlamak kadar, içeride yapısal dönüşüm sağlamak da bu süreçte belirleyici olacaktır. Çünkü fırtına büyüyor… Ve böyle zamanlarda bir gemiyi ayakta tutan şey, rüzgârın gücü değil, dümenin kimde olduğu ve hangi rotada ilerlemeye karar verildiğidir.