Dolar $
32.45
%-0.19 -0.06
Euro €
34.76
%-0.67 -0.23
Sterlin £
40.61
%-0.5 -0.2
Çeyrek Altın
3983
%-0.23 -9.11
SON DAKİKA

Heidegger'in kulübesinde, Varlık ve Zaman'ı konuşmak

Martin Heidegger felsefede varoluşçuluk akımının en önemli figür filozoflarından biri olup hayatı tartışmalarla doludur. Ancak bugün, Heidegger'in en önemli eseri Varlık ve Zaman kitabını yazarken aslında dünyaya ne anlatmak istediğini merak ediyorum. Bu nedenle bir zaman yolculu yapıp kulübesinde kendisiyle bu önemli konuyu konuşmam gerekiyor… Ancak öncelikle Heidegger'i biraz tanımamız gerekiyor sanırım.

1889'da Baden eyaletinde doğdu. Çocukluğundan itibaren dine ve felsefeye eğilimli biri olarak yetişti. Felsefi çalışmalarıyla olduğu kadar, yaşamı ve çeşitli dönemlerde sergilediği politik tutumlarıyla da tartışma konusu oldu. Felsefi yetkinliği ve önemi yadsınamazken politik konumları dolayısıyla sürekli sorunlu bir ilişkinin taşıyıcısı oldu ve bu durum çoğu zaman felsefi çalışmalarının tam olarak değerlendirilmesini gölgeledi.

Freiburg Üniversitesi'nde Katolik ilahiyatı ve Hristiyan felsefesi okudu ve 1914 yılında ilk çalışması ve doktora tezi, "Psikolojide Yargı Kuramı" ile dikkat çekmeye başladı. 1923'te Marburg Üniversitesi'nde profesör oldu. 1927 yılında "Varlık ve Zaman" yayımlandı ve yayımlanışından itibaren yalnızca varoluşçu felsefe açısından değil, 20.yüzyıldaki bütün felsefe tartışmaları bağlamında bir şekilde etkili oldu. Heidegger burada, bütün Batı Felsefesi geleneğini metafizik olmakla eleştirdi ki sonrasında post modern felsefe bu argümanı başka düzenlemelerde yeniden değerlendirecektir.

1933 yılından itibaren Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte Heidegger Nazi Partisi'ne katıldı. Bu dönemde Freiburg Üniversitesi'nde rektör oldu. Heidegger'in bu dönem boyunca izlediği politika her zaman tartışma konusu olmuş ve onun çalışmalarının değerlendirilmesine gölgeler düşürmüştür. Nazilere katıldığı gerekçesiyle 1945'te üniversiteden uzaklaştırıldı ama sonra 1952'de yeniden üniversiteye dönebildi. Daha sonra yanlış yaptığını söylemesi de üzerine düşen gölgelerin sona ermesini sağlamamıştır, ancak bununla birlikte onun teorik çalışmalarının değeri her zaman kendini buna rağmen korumuş ve felsefe açısından önemli yerini muhafaza etmiştir.

Heidegger'ın düşüncesine göre, insan bu dünyaya öylece bırakılmıştır. Bu bırakılmışlık fikri birkaç yönden varoluşçu felsefenin temel argümanlarını sürdürür ve derinleştirir. Varoluşa bırakılmışlığı ile insan kendi varlığını oluşturma özgürlüğüne zorunlu olarak bırakılmıştır aslında. Ama başlangıçta, bırakılışın kendisi bir özgürlük yokluğudur , sondaki ölümün kaçınılamazlığı gibi.

İnsan, varoluşun ortasına öylece, orada bir varlık olarak (Dasein) atılmıştır.

Heidegger ve kitabı beynimdeki nöronları işgal etmişken zaman makinamı çalıştırıp 1935 yılına onun meşhur kulübesine gidiyorum. Bu kulübe, onun dünyadan kendini soyutlamak için yaptırdığı , güney Almanya’nın kara ormanlarında 1150 m. yükseklikte bulunan , alçak tavanlı 3 odalı ,  6 m. ye 7 m. büyüklüğünde toplamda 42 m² alana sahiptir. Bu huzur verici sığınağında çok önemli kitaplar yazmış ayrıca sıklıkla felsefi düşüncelere dalıp gitmiştir.

-Üstadım seninle Varlık ve Zaman kitabını konuşmak için çok uzaklardan geldim. Müsaade ederse bu önemli kitabı yazma sebebini ve açıkçası kitabını senin kelimelerinden dinlemek isterim.

-Tabii neden olmasın buyurun size bir kahve ikram edeyim.

-Üstadım, bana göre Varoluşçuluk felsefesinin babası sensin kitabın oldukça ağır  bir felsefi dille yazıldığı için yalnızca felsefecilerin anlayabileceği türden bir eser gibi geliyor bana.

-Haklı olabilirsin yabancı!

-İnsanların üç temel özelliği vardır:

1-Olay özelliği: Dünyadaki yaşamın içindeyizdir.

2-Varoluşçu özellik: Bizler hem proje hem de olasılığızdır. Bu durum bizim hem ne olduğumuzu hem de ne olabileceğimizi içerir.

3-Eksilme özelliği: Bizler olasılıklarımızı en iyi şekilde gerçekleştirmeyerek dünyada bir mevcudiyetten ziyade hiç olma tehlikesiyle karşı karşıyayızdır.

Kaygı aracılığı ile hiçlikle karşı karşıya gelir, sonluluğun ve ölümün gerekliliğinin farkına varırız. Zamanda ilerledikçe, kararlılık aracılığıyla kendimizi değerlendirir, kendi varoluşumuzun bütünlüğünü seçer ve özgün varoluşa ulaşırız.

Noksanlık; birbirine ait olanın, henüz bir arada olmayışıdır yabancı.

Ölüm ise her bir bireyin onu bir başkasına geçirme gibi bir olanak olmaksızın kendi başına karşılaması gereken tekil bir deneyimdir…