Dolar $
32.56
%0.14 0.04
Euro €
34.94
%-0.1 -0.03
Sterlin £
40.74
%-0.13 -0.05
Çeyrek Altın
4004.1
%0.3 11.74
SON DAKİKA

Derin uğultu ve İstanbul

Siz hiç önemli bir depremin derin uğultu kaydını dinlediniz mi? Eğer dinlemediyseniz 1999 depreminin derin uğultu kaydını dinlemenizi tavsiye ederim! Dün, youtube kanalından yorumlarını dinlediğim duayen gazeteci Sabahattin Önkibar adeta depreme farklı bir açıdan bakmamı sağladı diyebilirim.

Şöyle başlıyordu sanırım beklediğimiz felaketi anlatmaya, İstanbul’da meydana gelecek deprem, ülkemiz için ulusal güvenlik problemi yaratabilir…

Sonra mevcut hükümetin maksatlı olarak televizyon kanallarında deprem olmadan önce alınmayan önlemler, yıkılmak üzere olup ta hiçbir şey yapılmamış olan binalar konusunda sessiz kaldığını, aksine toplanan deprem vergilerini alakasız yerlerde kullanılıp ayırılan toplanma alanlarının nasıl imar uygulama değişikliği yapılarak AVM’ye dönüştürüldüğünü anlatmaya devam ediyordu. Sonra söylediklerini detaylandırıp deprem sonrası nasıl yağma yapılabileceği insanların hırsızlıklar ve cinayetler işlediğinde ordunun nasıl sıkıyönetim ilan ederek ülkeyi idare edebileceği ve hatta ülkenin bu zayıf durumundan faydalanmak için Yunanistan’ın nasıl kıta sahanlığını iki katına çıkarabileceğini, PKK’nın içerden ve dışarıdan nasıl ciddi isyanlar çıkarabileceği gibi pek çok konudan bahsederek beni inanılmaz kaygılandırdı. Elbette ki merkez bankasının rezervlerinin ekside olmasını da tüm bu senaryoya eklediğinde felaket tamamlanıyordu.

Oysa ben hep depremin jeofizik, geoteknik ve zemin mekaniği kısmında oluşacak sıkıntılarına yoğunlaşırken, depremin mühendislik etkilerinin senaryolarını düşünürken, duayen bir gazeteciden bu ihtimalleri dinlemek açıkçası tüylerimi diken diken yapmaya yetmişti.

Sonra kahvemi içerken dalıp gittim ve bir dönem Beşiktaş’ın teknik direktörlüğü de yapan Slaven Bilic aklıma geldi nedense. Onun ülkemiz ve insanları hakkında yaptığı bir tespitini inanılmaz yerinde buluyordum.

Tespiti; “Türkiye’de temel problem şu, bilgili olanların yetkisi yok, yetkili olanların da bilgisi yok…”

Kısaca siz bilgili insanlara değer verip sonrasında yetki de vermiyorsunuz. Bu nedenle önemli makamlarda bulunan bilgisiz insanların çözemediği problemlerle yaşamaya mahkum kalıyorsunuz diyor. 

Sizce haksız mı?

Cevabı size bırakıyorum…

Ayrıca, bu depremi konuşurken neden hep söz, arama kurtarmaya geliyor diye düşündüğümde.

Eğer siz binaların yıkılıp yıkılmayacağından emin değilseniz ve bunun için aradan 23 yıl geçmesine rağmen kayda değer ciddi şeyler yapmamışsanız elbette ki arama kurtarma sizin için önemli olur.

Biz deprem olsun, çürük binalar yıkılsın ve elimizdeki tecrübeli arama kurtarma ekipleriyle olaya müdahale edelim senaryosunu prova ediyoruz.

Kıymetli okurlarım üzülerek söylüyorum, betonarme bir bina çöktüğünde ne yaparsanız yapın binanın tonlarca ağırlığında demir ve beton enkazından, o an ölmeden kurtulma ihtimaliniz büyük olasılıkla tesadüflere bağlıdır. 

Oysa bizim yapmamız gereken şey, olası en ciddi depremin maksimum yer ivmesine göre ayakta kalacak binaları inşa etmeye çalışmak olmalıdır.

Bakınız, TBDY – 2018’e göre yapılan bir binanın çökme ihtimali neredeyse imkansızdır.

Oysa 35-40 sene önce yapılmış olan zemin etüdü olmayan, hazır beton, nervürlü donatı kullanılmayan, yapı denetim hizmeti almamış, iskanı olmayan, belediye denetimi ve gözetimi olmayan binalardan 7,2-7,6 magnütüd aralığında olabilecek bir depremde ayakta kalmasını beklemek hayalciliktir. 

Kendimizi kandırmayalım. Amacım elbette ki insanları korkutup sonra arkama yaslanıp kahvemi içmek değildir. Tam tersine bir yerbilimci olarak bu kadar insanın hayati tehlike içinde olduğu bir şehirde insanları uyandırmak ve önlem almalarını sağlamak en büyük amacımdır. 

Ancak bu uyandırma meselesi de ilginçtir. İranlı bir sosyolog bu durumu şöyle özetlemiştir. “Çocukken yan komşumuzun bir horozu vardı. Sabah erkenden ötüyordu, sonra sesi kesildi. Komşumuza horozu sordum dedi ki; sabahları bizi uyandırdığı için kestik. Yıllar sonra üniversiteye katıldığımda anladım ki, kim insanları uyandırıyorsa, maalesef sesi kesilmeye mahkumdur…”