Dolar $
32.42
%-0.01 -0
Euro €
34.62
%-0.02 -0
Sterlin £
40.55
%-0.02 -0
Çeyrek Altın
3878.89
%0.06 2.24
SON DAKİKA

Zaman varken

Bir yandan küresel ısınmanın etkilerini diğer yandan açlığı ve yetersiz beslenmeyi azaltmak ne kadar mümkün? Gıda güvenliği tehdit altında mı?

2023 yılında bu iki temel sorunun cevabını arayan çok sayıda ulusal ve uluslararası toplantı oldu. 2030 yılına kadar 600 milyon insanın daha kronik açlıkla karşı karşıya kalmaması için dönüştürücü bir değişim çağrısı yapıldı. Yol haritaları, eylem planları, isimi sürdürülebilirlik ile başlayan pek çok rapor kütüphanelerde, masalarda yerini aldı. 

Tarım ürünleri ve gıda üretiminin yol çatığı sera gazları da tartışmaların alt başlıklarından biri oldu. Kimisi için sera gazlarını daha yoğun salan başka sektörler varken tarım ve gıdayı konuşmak anlamsızdı. Kimine göre ise gıda güvenliği ve güvencesi için tedbir alınması gereken en önemli konu tarım ve gıda üretimiydi. Onlarca modelleme, ileri teknoloji kullanımı örnekleri gündeme geldi ve tartışıldı. 

Bu tartışmalarda bize göre ikinci planda kalan konu ise Anadolu coğrafyasının özelliklerine uygun geleneksel ürünlerin ve üretim süreçlerine dönüşün çare olabileceğiydi. Örneğin zengin baklagil çeşitlerinin uygun münavebe yöntemleriyle üretiminin artırılması, meralarda küçükbaş hayvancılığın yaygınlaştırılması gibi aslında çok maddi kaynak gerektirmeden uygulanabilecek üretim süreçlerinin karbon salınımını sandığımızdan çok daha fazla azaltabileceğini ve karbonu toprakta ve bitkide tutabileceğini söylüyor akademisyenler.

Anadolu çok zengin… Endemik (bize özgü) dediğimiz 12 bini aşkın bitki türümüz var. Kuraklığın merkezi diye bildiğimiz Konya – Karapınar’da bile küçükbaş hayvanların tüketebileceği 125 çeşit doğal ot var. Bu otların hayvanlar ve dışkıları sayesinde yayılması bile doğal dengenin devamını sağlayacak bir etken değil mi? Yeter ki hayvanları bir yerde toplamadan yaygın bir şekilde meralara çıkartabilelim. 

Bitkisel üretimde de aynı mantık geçerli. Örneğin; anıza ekim… Hasat yapıldıktan sonra tarlayı sürmeden yeni tohumları tarlaya ekiyorsunuz. Topraktaki organik madde ve nem bu yöntemle kaybolmuyor. Hasat ve budama artıklarının yakılmadan toprağa karıştırılması toprağı onarıyor. Bilimsel araştırmalar özellikle hububat grubu ürünlerde bu yöntemin ikinci yıldan sonra daha verimli ve kaliteli ürün alınacağını söylüyor. Yakıt, işçilik ve su tasarrufu da cabası.

Çiftçilerimize topraklarını doğru analiz ettirip, eksiklerini doğal yöntemlerle tamamlama yolunu seçmeleri için destek ve eğitim verdiğinizde bu ve benzeri yöntemlerin yaygınlaşmaması için başka ne gerekçe kalabilir. Üstelik bu çalışmalar için harcanacak kaynak, iş işten geçtikten sonra ödemek zorunda kalacağımız karbon vergilerinin yanında sözü bile edilmeyecek kadar az.

1950’li yıllardan bu yana topraklarımızı çok yormaya başladık. Ancak yapılan araştırmalar verimi ve kaliteyi artırma potansiyeli açısından bakıldığında topraklarımızın özellikle Avrupa’ya göre hâlâ çok daha avantajlı olduğunu gösteriyor. 

İklime göre tarım, suya göre tarım ifadelerini son zamanlarda çokça duyuyoruz. Bu kavramlara toprağa göre tarım, onarıcı tarımı da eklemek gerekiyor. Ekilmedik tarım toprağı kalmasın derken, ekilen toprakları doğal yöntemlerle iyileştirme konusu ikinci planda kalmamalı.

Bitkilerin gelişme dönemlerini gösteren takvim iklimle birlikte değişiyor. Ürün desen haritaları kuzeye doğru kayıyor. Bitki alıştığı ortamı bir yıl yaşıyor, ikinci yıl bambaşka bir iklimle karşılaşıyor. Haklı olarak uzun vadeli tahminlere dayanmak zorunda olan planlamalarda bozuluyor.

Halkın, endüstrinin, çiftçinin ayrı ayrı istekleri var, çok ciddi ve vazgeçilmez ihracatımız var kabul, ancak üretim planlamasının ana unsuru toprak olmalı. 

Anadolu’nun öz evladı olarak tanımlayabileceğimiz bitki ve hayvanları, doğanın kendi döngüsüne aykırı olmayan yöntemlerle üretmenin zamanıdır.  Bitkiler 16 çeşit besin isterken biz 3-4 girdiyi yoğun kullanarak yarım asırdır toprağımızı yoruyoruz. 

Asıl sorun doğanın dengesini -popüler söylemle döngüsünü- bozmaktan kaynaklandıysa, çözümü de kadim döngünün devamını sağlamakta aramak doğru bir yaklaşım olmaz mı? 

Topraklarımız, ona iyi baktığınızda bizi asla yarı yolda bırakmayacağını binlerce yıldır kanıtlıyor.