Dolar $
32.28
%-0.15 -0.05
Euro €
34.8
%-0.04 -0.01
Sterlin £
40.64
%-0.14 -0.05
Çeyrek Altın
3934.93
%0.57 22.22
SON DAKİKA

Felsefe mühendisliği ve insan denklemi

Felsefi ve teolojik olarak düşünüldüğünde insan matematiksel olarak tanımlanabilir miydi?

Bu konu, 90’lı yıllardan beri beynimin kıvrımlarında gezdirdiğim çözümleme bekleyen konuların başında geliyordu ancak bu denklemin içini doldurabilmem için dünyayı fiziksel olarak anlamam ve yine dünyanın ruhunu ve tüm bu olup bitenlerin ne anlama geldiğini çözebilmem için jeofizik ve felsefeyi özümsemem gerekiyordu. Elbette ki bu bilgilere yaşam tecrübesini de eklemeden olmazdı. Çalışma hayatını yani kurtlar vadisinde var olma mücadelesini, insanların diğer yüzlerini görmeyi ve hiçbir şeyin göründüğü gibi sığ olmadığı metafizik dünyanın keşfini de yapmak gerekirdi. 

Ve sonra bir gün denklem,  beynimde oluşum sürecini tamamladı. 

 İ = [ A*(Pe + İ ) – (Ne +Ş )*E ] - B 

İ=İnsan, A=Akıl, Pe=Pozitif eğilim, İ=İnanç, Ne=Negatif eğilim, Ş=Şeytan E=Eudomonia, B=Beden.

İnsanın beyninde ve kalbinde pozitif eğilim olarak tabir edilen ve dinlerin vicdan olarak nitelediği içsel güce karşı, negatif eğilim olarak bilinen ve yine dinlerin nefs olarak belirttiği içsel güç savaşıyordu. İnsanın doğumu ve ölümü arasında verdiği bu savaşta hangi dönemde kim galip geliyorsa, akıl onun hizmetine giriyordu. Yani, kötü niyetli biriyse aklını biyolojik silah yapmaya kullanıyor. İyi niyetli biriyse kanserin tedavisi için ömrünü feda ediyordu. Fakat burada bulunan Eudamonia yani insanın en yüksek amacı, Aristoteles’ten geliyor. Bence asıl problem buydu çünkü insanlar aslında hayatlarının büyük bir kısmında, hatta tamamında bu dünyaya gönderiliş amaçlarını bilmeden ömürlerini tamamlayarak ölüyorlardı. Önemli bilim insanlarını, sanatçıları, yazarları incelediğimde ise Eudamoniasındaki hedefe ulaşan kişilerin bu noktaya yaklaştığını görüyordum. İnsansa bu toplama, çıkarma ve çarpma işlemleri sonucunda dünyada yarattığı toplam etkinin, ölerek vazgeçtiği bedeninden çıkarıldığında kalan, elle tutulmayan, gözle görülmeyen bir enerjiydi. Hakkında bahsedildikçe yayılan ve etkisini devam ettiren bir enerji… 

Felsefi açıdan bakıldığın da ölüm iki kez yaşanırdı. İlki fiziksel ölümdü, ikincisi ise seni tanıyan bilen her kes öldüğünde artık hiçbir etkin kalmadığı zaman ki yok olma idi.  Oysa bu enerji ancak çok önemli bir sonuca ulaştığında ve uğraştığın her neyse tüm insanlık için önemli bir faydaya dönüştürebiliyorsan devam ediyordu. Belki de Newton, Mimar Sinan, Einstein, Leonardo Da Vinci, Pasteur… 

Bu sebepten enerji formunda yaşamaya devam ediyorlardı. İcat ettikleri her neyse, günümüze kadar gelmelerini sağlayan enerji onları ölümsüz yapıyordu. 

Bunu anladığımda, içimde yeni bir formül icat etmenin, tarihe geçme, ödül alma falan değil, aslında bu yaratılan etkiyle kazanılan ölümsüzlük hissi olduğunu fark ettim…

Okullarda insanlara bilgileri şırıngayla vermek yerine önce bu dünyaya gönderiliş amacını bulmalarını öğretseler ne güzel olurdu. Ya da Finlandiya’daki gibi oyunla öğrenmeyi birleştirseler ve dramalar kurgulasalardı. Ancak bunlara vakit yoktu tabii ki; sistem belli zamanlarda fabrikasyon bilgileri enjekte etmeyi çok daha basit buluyordu. Prototip insanlar, aynı bilgileri alıp aynı şeyleri yapmaları beklenen insanlar için…

Kapitalist sistem her şeye şirket mantığıyla bakıyordu. Ve bu şirketlerin ilk amacı varlığını devam ettirmek, ikincisi ise kâr etmekti. Gerisi bunları sağlayacak bir grup piyon ya da figüranın emeğini ancak yaşayabilecekleri kadar para verip sistemi sorgulamalarına izin vermeden sömürmeye dayanıyordu… 

Tüm bu detayları kahramanım Kemal ile en son yazdığım kitabım ‘İstanbul Depremi’nde anlatmaya çalıştım…

Felsefenin mühendisliği olur mu demeyin, bence olmalı. Karl Marks’ın da söylediği gibi “Filozoflar dünyayı çeşitli şekilde yorumlamışlardır ancak asıl olan onu yorumlamak değil değiştirmektir…”

Bu sonuca sadece felsefe ile uğraşarak ulaşamazsınız. Onun mühendisliğini de yapmanız gerekir bence…

Ancak yine de üstadım, Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ kitabında ki diyaloğuna değinmeden insanı anlamamız mümkün görünmüyor?

*Olric, İnsan nedir biliyor musun?

Ağaçları kesip kağıt yapan, sonra o kağıda ‘ağaçları koruyun’ yazandır…