Bu günün bizim için ne anlama geldiğini idrak edebilmemiz için öncelikle depremin öncesinde ve sonrasında yaşananların kök sebeplerine mercek tutmamız ve felsefi açıdan sorgulamamız gerekir .
23 yıl geçmesine rağmen hala emin olamadığımız hayati bir konu varsa oda beklediğimiz büyük depremde İstanbul'da bulunan 1999 öncesi yapılmış olan, zemin etüdü olmayan, beton sınıfından emin olamadığımız yaklaşık 192,000 binanın depremde nasıl bir performans göstereceğinin kimse tarafından kestirilememesidir.
Deprem'in İstanbul ile olan randevu zamanı yaklaşırken yine bir ağustos ayındayız, daha önce olduğu gibi basın 1999 depremini hatırlayacak ancak insanlar umarsızca günlük sıradan yaşam mücadelelerine devam edecekti.
Geçen hafta kaleme aldığım 'Derin Uğultu ve İstanbul' makaleme okuyucularımdan gelen yoğun ilgi nedeniyle İstanbul'un tüm ilçelerini deprem riski açısından tek tek yorumlamaya karar verdim. Zira, günlük siyasi meseleler ve ekonominin kötü gidişatını saymazsak, ülkemizde şu an daha önemli başka bir konu göremiyorum.
Siz hiç önemli bir depremin derin uğultu kaydını dinlediniz mi? Eğer dinlemediyseniz 1999 depreminin derin uğultu kaydını dinlemenizi tavsiye ederim! Dün, youtube kanalından yorumlarını dinlediğim duayen gazeteci Sabahattin Önkibar adeta depreme farklı bir açıdan bakmamı sağladı diyebilirim.
'Üşengeç değilsin, sadece mutsuzsun ve mutsuz insanlar yorgun olur, hiçbir şey yapmak istemezler…'
Tam bir yıl önce asgari ücretin ve en düşük emekli maaşının 5000 TL olması gerektiğini yazmıştım. Okurlarım nerdeee, diye tepkiler verirken yakın çevrem ne kadar iyimser olduğumu söylüyordu.
Bu gün en sevdiğim filozoflardan Karl Popper üzerinden Türkiye'nin nasıl kurtulacağını analiz etmek istedim. Poper , ( 1902 – 1994) , Yahudi kökenli Avusturyalı-İngiliz , filozof, akademik ve sosyal yorumcu.