Kış çetin geçmişti, baharın gelişi ise hepimizi umutlandırmıştı. Pandemi, pek çoğumuzun maalesef hayata ve insanlara bakışını değiştirdi. Felsefede her şeye şüphe ile yaklaşmak gibi her birimiz etrafımızdaki insanları olağan şüpheliler gibi gördük. Bir araya gelmedik, kalabalıklardan kaçtık, maske ile gizledik kendimizi ve düşüncelerimizi. Hiç olmadığı kadar evde vakit geçirdik, sıkıldık, eskiden film izlerdik ancak artık sezonluk dizileri izlemeye başladık, tek oturumda.
38 yıl önce Trabzon'da çocukken kutladığımız bir şampiyonluk hatırlıyorum 9 yaşındaydım. O yıl maçların büyük kısmına Avni Aker stadında babamla giderken, faroz'lu çılgınların arasında maç seyreden bir çocuk olarak taraftar zehirlenmesi denen şeyi yaşadığımı düşünüyorum.
Pandeminin psikolojik etkisini yitirdiği ancak gerçekte neler olup bittiğini pek anlayamadığımız günlerden geçiyoruz.
Bu efsane filmin üçlemesini kaç kez izlediğimi hatırlamıyorum ancak bu hafta kitabını, orijinal olarak İngilizce okudum ve aslında yazarın bu kitabı neden yazdığını analiz etmek istedim.
Geçtiğimiz hafta ikincisi düzenlenen İl Afet Risk Azaltma Planı (İRAP) toplantısına katıldım ve sonuçlar beni inanılmaz umutlandırdı.
Bugün aslında Tolstoy'un pekte öne çıkmayan ancak en az Savaş ve Barış kadar önemli olan eseri, Diriliş romanını analiz etmek istedim.
Son zamanlarda neredeyse ülkemizin ekonomik kurtuluşuna giden yolların tamamı ya Karadeniz ya da Akdeniz'de çıkabilme ihtimali olan doğalgaz rezervlerine bağlanmış durumda bu gün sizler için aslında neler olup bittiği konusunu aydınlatabilmek adına Türkiye'nin doğalgaz gerçeğine ışık tutmak istedim.
Aslında, tüm savaşların bir bahaneyle başladığı doğrudur… İskoçya'nın kurtuluş mücadelesini verirken, William Wallace'un da söylediği gibi; "İngiliz tarihçiler benim bir yalancı olduğumu söyleyecekler ama tarih, kahramanları asanlar tarafından yazılıyor…"