Dolar $
32.53
%0.07 0.02
Euro €
34.91
%-0.18 -0.06
Sterlin £
40.72
%-0.18 -0.07
Çeyrek Altın
4009.53
%0.43 17.11
SON DAKİKA
Son Yazıları

Önüm, arkam, sağım, solum Rusya

07 Þub 2020

Soğuk savaş yıllarında Sovyetler Birliği birçokları için kalın bir bilinmezlik perdesinin arkasındaki düşman bir ülkeydi. Hakim bakışa göre Türkiye'yi doğrudan askeri açıdan tehdit etmekle kalmıyor, yurt içindeki işbirlikçilerini de kullanarak yurdumuzun istikrarını bozmaya çalışıyordu.

Dünyaya ihraç etmeye çalıştıkları komünizm de insanı köleleştiren, kutsallara saygısı olmayan bir ideolojiydi. Dolayısıyla bugün terör örgütlerinin uyandırdığı dehşete benzer bir duygu o dönemde omurgasını Moskova’nın oluşturduğu Doğu Bloğuna da duyulmaktaydı.

Seksenli yıllarda Gorbaçov yönetimindeki dönüşüm dalgası Sovyetler’in bütün dünyadaki imajını değiştirdiği gibi Türkiye’nin de kuzey komşusuna ilgisini arttırdı. O zamanlar televizyon kanalları bu kadar çeşitli değildi ancak 32. Gün gibi programlar insanları ekrana kilitlemeyi başarıyordu. Sovyetler Birliği’nin dünyaya açılmaya başlamasıyla beraber Mehmet Ali Birand’ın Kızıl Meydan’dan sunduğu programlarla bize bu kadar yakın ama bir o kadar da uzak ülkeyi tanımaya başlıyorduk. Karşımızda muazzam askeri gücüne karşın, ekonomik zorlukları olan ve bir biçimde dünyaya açılmaya çalışan bir toplum vardı. Daha o zamanlar yapılan doğalgaz anlaşmaları ile ticari açıdan Ankara ve Moskova arasında yeni bir işbirliğinin kapıları açılmaktaydı ancak asıl yakınlaşma Soğuk Savaş sona erdikten sonra yaşandı.

Doksanlı yıllarla beraber Rusya’nın giriştiği reformlar acılı ve kaotik bir dönemin kapılarını açtı. Kapitalist sisteme entegre olmanın o kadar kolay olmadığı, Batılı ülkelerin refah seviyelerini yakalamanın birdenbire gerçekleşmeyeceği görüldü. 98 moratoryumu Rusya’nın dibe vurduğunu gösteriyordu, öte yandan da Ankara’nın kuzeydeki komşusundan algıladığı tehdit algısı iyice azaldığından işbirliği alanlarına daha çok öncelik verilebildi. Başta enerji ve turizm olmak üzere birçok konuda bir on yıl önce düşünülemeyecek mesafeler alındı. Eski Sovyet cumhuriyetlerinden gelenlerin Laleli’den yaptığı alışverişler, ödemeler dengesinde “bavul ticareti” olarak ayrı bir kalem oluşturacak büyüklüğe erişti.

Ayının geri dönüşü

Yirmi yıl kadar önce Ruslar ekonomik buhranın içinde debelenirken bu kadar hızlı bir geri dönüş yapabileceklerini tahmin etmek pek mümkün değildi. 2000 yılında göreve gelen Putin’le beraber sorunlarını çözmeye başlayan, Çeçenya’daki ayaklanmayı kanlı biçimde bastıran Rusya yavaş yavaş dünya sahnesine döndü. Petrol fiyatlarındaki baş döndürücü yükselmeyi de değerlendirip, artan gelirlerinin de yardımıyla tekrar önemli bir aktör olarak arzı endam etmeye başladı. Putin ABD’nin tek başına dünya siyasetindeki ağırlığından zaten şikayet etmekteydi. Artık Moskova dengeleyici bir aktör olarak Uzak Asya’dan Ortadoğu’ya, Doğu Avrupa’dan Latin Amerika’ya etkisini hissettirmeye başlamıştı. 

Rusya’nın belirgin biçimde kendini göstermesi ise Suriye krizi sayesinde gerçekleşti. 2011’de başlayan Suriye iç savaşında başta ABD olmak üzere Batı’nın dağınık bir politika sergilemesi Putin için önemli bir fırsat penceresi açtı. Önce Doğu Guta’daki kimyasal saldırı sonrası ABD’nin askeri müdahalesini engelleyecek diplomatik manevralar yaptılar. Ardından sahadaki boşluğu değerlendirmek üzere Şam’ın daveti üzerine askeri olarak da bölgeye yerleştiler. Suriye’de güç kullanarak sağladıkları etkinliği İran ve Türkiye ile diplomatik yollarla sağladığı yakınlaşmayla destekleyen Moskova birkaç sene içinde Ortadoğu’da Soğuk Savaş yıllarında bile sahip olmadığı bir etkinliğe sahip oldu. Son olarak da Libya’da desteklediği Hafter güçleri sayesinde Doğu Akdeniz’in karşı yakasında da varlık göstermeye başladılar.

Gürcistan’da, Ukrayna’da olanlara değinecek yer de kalmadığına göre şimdi karşımızda her anlamda etkin bir Rusya bulduğumuzu söylemekle yetinelim. Batı’yla olan anlaşmazlıklarımız şiddetlenince bize dış politikada alternatif sağlayacak bu gelişmeyi uzun süre olumlu karşıladık. Şimdiyse bir kolu Kafkasya’ya, bir kolu güney sınırımıza, bir kolu Doğu Akdeniz’e uzanan, Balkanlar’la tarihsel bağları olan, enerji ve ticaret alanında ciddi bağımlılık geliştirdiğimiz bu güçlü komşumuzla iyi geçinmek zorundayız. Ayıyı kızdırmayalım, zaten onu kapımızın önüne davet eden de bizdik, değil mi? 

Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları