Dolar $
32.55
%0.1 0.03
Euro €
34.92
%-0.16 -0.05
Sterlin £
40.72
%-0.17 -0.07
Çeyrek Altın
4004.82
%0.32 12.45
SON DAKİKA
Son Yazıları

Batılılar yıllardır 'Osmanlı hasta adamdır' nakaratını söylüyor

10 Nis 2019

Yalnız bir cümle var ki; Paşa merhum'un – kendisini görenlerce meçhul olmayan – nezaket, kendisini yetiştirenlerin nüktesine yakışıyor. Fuat Paşa şöyle diyor: "Elli sene vardır ki, Avrupalılar Türklerin akşama çıkmayacak kadar hasta olduğunu söyleyip durmaktadırlar. Biz bu kehanet tarzından asla üzüntülü değiliz. Çünkü her sabah sağlıkla uyanıyor, akşam da afiyetle yatıyoruz. Türkler ne ölmüştürler, ne de ölmek üzeredir!"

Adı geçen, 1276 (1860) da zuhur eden Suriye Meselesinde dahi çok büyük akıllılık göstermiştir. Eğer bu mesele; Arabistan ordusu Müşiri Ahmet Paşa [13] gibi büyük yetenekli bir askerin, Milleti ilelebet kedere sokan bir şahadet olayını doğurmuş ise de; Fransızların o meselede izledikleri siyaseti akim bırakmak için vatan evladından bir vatanseveri feda etmekten başka çare de yoktu.

Mamafih, Ahmet Paşa esasında merkezin kötülüklerinin kurbanı olmuştur. Zira Seraskerlik (Başkumandanlık) makamı merhumun uyarılarına önem vermemişti. Hâlbuki Fransa ise bunu dikkate almıyordu.
Fuat Paşa Suriye’ye iki üç tabur askerle giderek; Tolon’dan hareket etmiş olan Fransız askerinden dokuz gün evvel Beyrut’a yetişip isyancılara latme-i te’dibi (haddini bildirme tokadını) atmaya başladı.

Hele Fransızların orada, Katolikliği korumak adına karar verdikleri politikayı her adımda geçersiz bırakmıştır. Fıtraten parlak zekâ sahibi olan bu zat, Napolyon’un menviyâtını (niyetlerini), çok iyi keşfetmiş olduğu gibi, Fransız Generalinin [14] harekâtını da bilmekten uzak değildi. Meselâ; meselenin faillerinden birçok kişi, Cebel-i Lübnan’a kaçmış olduklarından Fransız generali bunları Fuat Paşa ile görüşmeye gerek görmeksizin takip etmeye karar vermişti. Bunu kumandanın davranışlarından hisseden Fuat Paşa, Fransız askerine seferberlik emri verilmeden evvel taburlarının önüne düşerek; Cebel-i Lübnan’a girmiş ve isyancıları toplayarak gerekli olan cezayı vermekle Fransızlara yapacak ve güç gösterecek bir şey bırakmamıştır. [15]

MALINI YAĞMA EDENLERDEN BİRİ DE BU MÖSYÖ

Hadisenin sebep olduğu talanların tazmini dahi, büyük bir mesele olmuştu. Beş kuruşluk bir şeyi zayi olmayan bir Marunî, beş yüz liralık zarar iddiasında bulunuyordu. Dayanakları ise, Fransa Konsolato’suydu.
Merhumun güzel söz söylemedeki olgunluğu gibi, birçok zorluklara çare bulmak hususundaki ince zekâsı imdada yetişiyordu.

Bir gün, talan üzerine birçok vahim iddia ileri sürerek, sözlerinin doğruluğunda da ısrar eden Fransa konsolosunu ikna edemeyince; Fuat Paşa Konsolosun elindeki kehribar tespihi almış ve adamlarından birine:
“Şu tespihi, bir başka adam aracılığı ile bir tellal (ilan edici)a ver de satışa çıkarttır.” emrini vermiş.

Bu durumdan hiçbir şey anlamamış olan Konsolos tespihi nereye gönderdiğini sorması üzerine Paşa:

- Şimdi gelir, görürsünüz.

Cevabını vermiş.

Gerçekten 20 dakika sonra bir tellâlın yakasına yapışmış olan bir Marunî bağırıp çağırarak içeriye girmiş ve şikâyet ederek:

- Bu tespih benimdir. Talan sırasında evimdeki eşya ile beraber yağma edilmiştir. Bunu şimdi tellâlın elinde gördüm tanıdım” İddiasında bulunmuş.

Fuat Paşa da:

- Harika, hakkın var! Malını yağma edenlerden biri de bu mösyö’dür. Çünkü tespih o’nun elindeydi. Diye Konsolosu göstererek hem herifi çaresiz bırakmış; hem de Konsolosu suçlayarak susturmuştur.

MEBLAĞI 750 BİN LİRAYA İNDİRMEYİ BAŞARDI

İşte; toplamı 200 milyon kuruşa, yani 2 milyon liraya ulaşan talan miktarı bu gibi yalan iddialar sonucudur. Fakat Fuat Paşa bu meblâğı 75 milyon kuruşa, 750 bin liraya indirmeyi başarmıştır.

Talanı inceleyerek tazminatı kararlaştıran komisyon, paranın Suriye Müslümanlarından toplanarak bir yıl içinde ödenmesinde ısrar ediyordu.

Fuat Paşa istek sahiplerine, kaybolan eşyası oranında isabet eden tazminatın “sergi” suretiyle “Suriye Emval-i Umumiyesi”nden, mahallinden toplanmak suretiyle ödenmesine karar vermiş ve buna, “Mahcuz Sergiler” adını vermişti.

Yani; her biri beşer, yirmi beşer, ellişer ve yüzer liralık bir çeşit tahvilat çıkararak bunları Suriye devletiyle sınırlandırmış; bundan dolayı, “mahcuz sergi” adı verilmiştir. Bunlar, Suriye devleti dışında en küçük bir kıymete sahip ve geçerli değildir. Dolayısıyla 15 sene içinde, Suriye mal sandıkları tedricen ödemiş ve bitirmiştir.

İşte; Fuat Paşa’nın Suriye’de başına kakılan ve suçlanan icraatı, bu gibi durumlardır. O’nun yerinde, meselâ Âli Paşa olsaydı, bunun üzerinde bir başarı, elde edemezdi. Nitekim kendisinin tek başına sorumlu olduğu Girit meselesindeki tedbirleri, devleti hala içinden çıkamadığı kötü bir sonuca sokarak şimdiki duruma getirmiştir.

ELLİ SENEDİR AYNI NAKARATI SÖYLÜYORLAR

Fuat Paşayı Bakanlık Makamında ziyaret eden Fransız seyyahı, oturur oturmaz; Paşa:

- Ey! Hakkımızda ne fikir edindiniz, pek fena fikirler, değil mi? Sorusuna muhatap olduğunu söylüyor.

Böyle bir açıklamaya müstahak olmak için Seyyahın, daha önce Paşa’ya takdim edilmesi icap eder. Çünkü Çin’de dahi olsa adabımuaşeretin gerektirdiği nezaket kuralı birdir ve değişmez.

Yalnız bir cümle var ki; Fuat Paşa merhum’un – kendisini görenlerce meçhul olmayan – nezaket, kendisini yetiştirenlerin nüktesine yakışıyor:

“Elli sene vardır ki, Avrupalılar Türklerin akşama çıkmayacak kadar hasta olduğunu söyleyip durmaktadırlar. Biz bu kehanet tarzından asla üzüntülü değiliz. Çünkü her sabah sağlıkla uyanıyor, akşam da afiyetle yatıyoruz. Türkler ne ölmüştürler, ne de ölmek üzeredir.!”

Seyyah bu söze:

- Fakat biraz hastadırlar değil mi? diyerek karşılık verince, Fuat Paşa’da:

“Rusya İmparatoru Nikola öyle demişti. Eğer sağlık durumlarımız hakkında doğru bilgi almak isterseniz, yalnız o tabibin fikrini ölçü edinmeyin. Elbette biz memleketimizi haşmetli Çar Hazretlerinden daha iyi biliriz. Ben devletin bünyesini çok iyi muayene ettim ve şu sonuca ulaştım. Türkler, yaradılıştan gayet sağlam oldukları gibi; uzuvları, hiçbir hastalığa müptela değildir. Yalnız bir cilt hastalığına uğradık. Süratle iyileşmesi için lâzım olan kükürte muhtacız.” cevabını vermiş.

ISLAHAT AKÇEYE, AKÇE ISLAHATA BAĞLI

Seyyah da anlamış olduğu üzere kükürtten meram paradır. Zaten Paşa’nın bir iki nazariyesi vardır ki: Biri, “Islahat akçeye, akçe ıslahata bağlı olduğundan bu yolda teşkil eden bir daire-i fâside neresinden tutulup kaldırılmak gerekeceğini bulmakta insan hayrette kalıyor.” safsatasıdır. Diğeri de meşhur “Devlet istikrazsız yaşayamaz” sözüdür.

Paşa merhum, Frenklerin “Cercle-vicieux” ve bizim “halka-ı fesat” tabir ettiğimiz bu hatalı ve yanlış sözü geçerli nazariye ve tutunmak için başlangıç tayin etmiş; yani ıslahatın bağlı olduğu akçeyi istikraz (borç) ile tedarik eylemişti.

Eğer Challemel Locour un kendi icadından olmayıp da, gerçekten Seyyah var ise; istikraz (borç) meselesinde Paşa ile sürdürdüğü görüşmede yerden göğe kadar haklıdır. Çünkü diyor ki:

“Demin teşbih yoluyla hastalığın yalnız cilt üzerinde kalmış olduğunu söylemiştiniz. Acaba bu cilt hastalığının giderek vücudun azalarını içine alacak şekilde bedenin içine girmesi ve kanı bozması sizi düşündürmüyor mu? Dışarıdan göründüğüne göre malî konularınız sizi günden güne iflasa yaklaştırmaktadır. Eski borçlarınızı ödemek için yeni borçlanma isteğine mecbur olmaktan başka bir çareniz yoktur. Bunu siz de inkâr edemezsiniz.” Fuat Paşa bu haklı itiraza karşı:

“Mevcut malî konularımızın memnuniyet verici olmadığını itiraf ederim. Ancak bu husustaki şikâyetimiz geçici olduğundan; zannettiğiniz gibi bizi yok edici bir iflasa götürmeyecektir. İkinci olarak genel borçlarımız, Avrupa devletlerinin dış borçlarına göre önemsizdir. Malî itibarımızı sarsan durumlar borçlar değil; Avrupalıların gerçek konumumuza ulaşamamalarıdır. Bize zarar verecek çıkar temin etmek isteyen bankerleriniz, Avrupalıların ülkemiz hakkındaki cehaletinden yararlanıyorlar.” sözlerini söylüyor ki, zaaf ve butlanı (yanlışlığı) ispata muhtaç değildir.

İNSAN HAK ETTİĞİ MUHTEKİRE DÜŞER!

Gerçi biz bunun merhumun sözü olmasından tereddüt ederiz. Çünkü Fuat Paşa, bu itiraza; “menabi-i servetimizi layık olduğu şekilde kullanabilmemizin gerekli inşaatı meydana getirmeye bağlı olduğunu ve bunun da doğal olarak yabancı sermaye ile elde edileceğini” arz ettiği cevapta söyleyebilirdi.

Seyyah ise buna: “İnsan hak ettiği muhtekire (vurguncuya) düşer.” sözüyle karşılık vermektedir. Bu da, ayıplanacak gerçeklerdendir.

Biz, Fuat Paşa devrinde bir borçlanmanın birikmiş faizini ödemek için diğer bir borçlanma akdediyorduk. Toplamı, 190 Milyon liraya ulaşmış olan Osmanlı borçlarının ele geçen miktarı ise; 100 Milyon liraya varmamıştır.

Özellikle, yükselen bu borçlarla 10-15 parça zırhlıdan ve 200.000 Winchester ile 750.000 Henry Martini’den başka ele bir şey geçmemiştir.[16]

Bu borçlanma hastalığı, devleti o derecelerde sarmıştı ki; dönemin Padişahı olan Sultan Abdülaziz bile sonradan belâsını bulacak seviyede o hastalığa tutulmuştu. Çünkü hallini gerekli kılan olayların ve sebeplerin en kuvvetlisi, dayanılmaz israflarıydı. O’nu ise bu hastalığa, o siyasî tabibin nabzgirane dillerle (mizacına uygun sözlerle) her gün bir şekilde yutturduğu yaldızlı haplar düşürmüştü.

Merhum Tunuslu Hasan Paşa,[17] 1869 yılında Paris’te yayınladığı “Darphane-i İstikrazat” adlı meşhur risalesinde şu sözleri söyler:

Osmanlı saltanatının tedavisinden sorumlu tabip, müzmin malî hastalığın zorluklarından kurtarmak için bir tedavi yolu seçmiştir ki; adı “istikraz”dır.

BORCUNA KARŞILIK BABASININ MUMYASI

Gerçekte dünya toplumları mevcut şeklini almasından sonra, insanlığı öldürücü büyük belâların en vahimi “sikke” denilen damgalanmış madeni parayı vasıta-i muamelât (alış-veriş aracı) edinmesiyle başlamıştır. İnsanlar bu hastalığa bulaştıktan sonra aynıyla tedavi kabilinden; parasızlığa, “ödünç para” ile çare olmayı keşfetmiştir. Fakat bu keşif ile meydana gelen deva; en öldürücü zehirden daha şiddetli bir zehr-i helâhil (daha çok öldürücü zehir) olmuştur. İnsanlarda; zillet ve süfliyeti, mertlik hasletlerinin sükutunu, izzet-i nefisten sıyrılmayı, kendine güven duygusundan mahrumiyeti, nihayet alacaklıya esareti icap ettirmiştir.
İşte bunun içindir ki 4000 sene evvel âkil (Sizosteris?), Mısır’da borçlanmak için ortaya koyduğu yasal kurallar sırasında: “Borçlunun, aldığı para karşılığında babasının mumyasını emanet bırakması ve onu kurtarmayı başaramayan sefih ve gayretsiz evlâdın da toplumdan kovularak cezalandırılması” şartı koymuştu. Mısırlılar, bu sayede borç denilen bu afetten korundular.

“İşte bu Calinos[18] devlet dahi, borçlanmanın kaynağını keşfederek, fakat karşılığında borç verenlerin aguşuna mader-ı vatanı emanet verdi. Mamafih, bu tuhaf yanlışlığı nakte çevirecek olan (darphane-i istikrazat)ın yakında tıkanması kesindir. O zaman Osmanlı Saltanatı dahi babasının mumyasını kurtaramayan Mısırlı borçlu sefihin uğradığı tenkile münasip görülecek, Avrupa devletleri zincirinden kovulacaktır. Bunun tek sebebi Calinos-Siyasî Fuat Paşa hazretleridir. Çünkü “Devlet borçsuz yaşayamaz” reçetesi kendisinin buluşudur.

HER GÜNÜ MİLLETE 50 BİN LİRAYA MAL OLDU

Keskin feraset, işte böyle keramet seviyesinde geleceğe ait bir takım durumları keşfe ve göstermeye hizmet eder. Keşke Hüseyin Paşa bu keşfinde isabet etmemiş olsaydı.

Fuat Paşa, “Genel Bütçe” ile terk olunmuş olan büyük borçlardan dolayı ayıplanmaya değerdir. Sorumludur.
Ona bağlı olan birçok borçların ise - devede kulak – sözüne uygun şekilde bazı küçük parçaları teçhizata sarf edildiği halde: Kalanı, saraylar ve kasırlar inşasına harcanmıştı. Beylerbeyi sarayı, iki kere yapılıp yıktırıldı. Çırağan keza. Şu bilinen Yıldız Köşkü, tam beş defa yıkıldı. Bunlar adeta milletle alay kabilinden bir tavr-ı na-reva (yakışıksız davranışlar) idi. İşte bunlara izin vermek; hep makamını korumak ve gelecek amacından ibaretti. Şu halde; Fuat Paşanın 4 sene 92 günden ibaret olan iki kerelik sadaretinin her günü, millete 50 bin liraya mal olmuştur.

İşte Osmanlı siyaset adamlarımızdan iki önemli tarihi şahsiyetimiz olan Âli ve Fuat Paşa’ların diğer davranışları bu enmüzeceye (uygulamaya) tatbik olunabiliyor.

Hâlbuki bu iki büyük adam, istemiş olsalardı; bu memlekete pek büyük hizmetlerde bulunabilirlerdi.

İşte Osmanlı siyaset adamlarımızdan iki önemli tarihi şahsiyetimiz olan Âli ve Fuat Paşa’ların diğer davranışları bu enmüzece (uygulamaya)ye tatbik olunabiliyor. (SON)
……………………………………………………………………..

DİP NOTLAR

[13]Suudi Arabistan Müşiri Ahmet Paşa, Harbiye Mektebinden yetişmiş ilk kurmay subaylarımızdandır. II. Mahmut döneminde Moltke’nin de katkılarıyla gerçekleştirilen modern ordu kurma çalışmaları kapsamında dört arkadaşı ile birlikte Viyana’ya gönderilmiş, Viyana dönüşünde de Harbiye Mektebinde hoca olarak göreve başlamış, daha sonra da aynı okulun nazırlığına atanmıştır.
Kırım savaşında kurmay başkanı olarak görev yapan Ahmet Paşa, 1854 yılında müşir, 1856 yılında da Rumeli Valiliği’ne, buradan da Şam Valiliği’ne tayin edilmiştir. Şam valiliği ve Ordu- yu Hümayun Müşirliği sırasında patlak veren “Suriye Olayları”nı bastırmak üzere gönderilen Fuat Paşa tarafından da görevinden azledilerek İstanbul’a gönderilmiştir.
Ancak, devlet tarafından resmi sıfat ve rütbesi alınarak; muhakeme edilmek üzere Şam’a iade edilmiştir. Fuat Paşa nezdinde kurulan ve askerî yetkililerden oluşan divan-ı harpte Ahmet Paşa ve maiyetinde bulunanlar yargılanmışlardır. Yapılan yargılamada: Korumaları altında bulunan halkı, eşkıyaya karşı silahlı olarak savunmadıklarından dolayı Ahmet Paşa, Miralay Ali Bey, Kaymakam Osman Bey, Raşeya Kaymakamı Ali Ağa, Deyr-al Kamer Kaymakamı Abdüsselam, Binbaşı Ali Ağa idam cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiş ve kurşuna dizilerek cezaları infaz edilmiştir.
“Dürzî Meselesi” başlıklı bir yazı dizisi yazan ve Ahmet Paşadan da söz eden Nazmi Sevgen; kendi ifadesiyle, “zaruri bir tedhiş siyasetine kurban giden bu temiz, mütevekkil ve dindar askerin” hükmü dinleyince:
- “Eğer devletin gailesi benimle bertaraf olacaksa helal olsun” dediğini ve Ahmet Paşa’nın eski bir dostu olan Fuat Paşa’nın da:
- “Ben ömrümde bir tavuk kesmemiş ve bir kuş vurmamış iken Cenab-ı Hak bakınız nelere alet etti.” Dediğini rivayet yoluyla naklediyor.
(Tarih Konuşuyor; Aylık Tarih Dergisi, C.8, Sayı 56. İstanbul, 1968. s.3893)
Ebuzziya Tevfik, Ahmet Paşa hakkında, ölümünden 56 yıl sonra yazdığı bir makalesinde; “milleti ilelebet kedere sokan bir şahadet” diyor, yine bir başka yazarımız da 108 yıl sonra yazdığı bir başka makalesinde; “yazılanlar rivayet bile olsa” bu infazdan üzüntü ile bahsediyorsa, belli ki Ahmet Paşa’nın idamı, kamu vicdanını yaralamıştır. Milleti gerçekten kedere sokmuştur. Ne yazık ki devletler ve yönetimler; hukuk devleti olmaktan uzaklaştığı, vicdanlar hak, hukuk ve adaletten yoksullaştığı, adaletin yerini korku ve çıkarın aldığı dönemlerde milletine hizmet edenlerden bazıları bu tür ağır bedeller ödeyebiliyorlar. B. T.
[14] General Beaufort d’Hautpoil.”Bu General, İslamlığı kabul etmiş bulunan Süleyman Paşanın yaveri olarak 1834- 37’de ve sonra da 1840’ta Mısır subayı olarak Suriye’de Mehmet Ali Paşaya hizmet etmişti.” (Karal, Enver Ziya; Osmanlı Tarihi, C. VI, Ankara. 1976. s . 36.) B. T.
[15] Suriye olaylarını bastırmak üzere görevlendirilen Fuat Paşa tarafından sorumlular suçlarına göre tasnif edilerek; Askeri yetkililerden ve memurlardan kurulan bir komisyon tarafından yargılandıktan sonra çok şiddetli bir şekilde cezalandırılmışlardır. Ahmet Rasim’in verdiği bilgilere göre:
- Adam öldürme cüretinde bulunanlardan 56 kişinin;
- Askeri görevli ve zaptiye efradından oldukları ve memleketin ve halkın korunmasından sorumlu bulundukları halde; herkesten çok fesat mahalline hücum ederek, hükümetin görmemezlikten geldiği ve katıldığı şeklinde gerçek olmayan düşüncelere ve sözlere sebebiyet verdiklerinden; suçları belirlenenlerden 111 neferin idamına karar verildi. Bunlardan 56’sı Şam sokaklarında asıldı. Diğerleri ise kurşuna dizildi.
Halktan, silahlı olarak meydan-ı şekavette bulunanlar hakkında müebbet kürek cezası verilenler ile yağmacılar iplikhanede çalıştırılmak üzere İstanbul’a gönderildiler.” ( Ahmet RASİM; Osmanlı Tarihi, C.4 İstanbul, 1328- 1330./M.1910- 1912. s.2085) B. T.
[16] Türk- Amerikan ilişkilerinde silah ticaretinin bugün olduğu gibi, geçmişte de önemli bir yer işgal ettiğini görüyoruz. Burada adı geçen Henry- Martini silahları Amerikalı Henry O. Peabody tarafından geliştirilmiştir. Amerika’da geliştirilen ve üretilen kama düzenekli, kesintisiz ateş edebilen bu silahlar; Amerikan iç savaşında, 1872 yılında İngiliz ordusunda ve sömürgelerinde kullanılmıştır. İngiliz ordusu dışında bu silahı kullanan diğer bir ülke ise Osmanlı devletidir.
Oliver Fisher Winchester ( 1810- 1880 ), kendi şirketi “Winchester Repeating Arms Company” tarafından geliştirilen silahı satmak üzere İstanbul’a gelir ve Osmanlı devleti bu silahlardan da almaya karar verir. “ Winchester, Osmanlı devleti ile en büyük silah antlaşmasını 1 Ağustos 1872 tarihinde gerçekleştirmiştir.” ( Gencer, A. İhsan; Örenç, A. Fuat; Ünver, Metin; Türk- Amerikan Silah Ticareti Tarihi. İstanbul, 2008. s. 67)
Bu tüfeklerin, üretim aşamasında denetlenmesi görevini de, balistik ve tüfek imalatı konularında incelemeler yapmak üzere Paris’te bulunan ve ileride Türk matematiğini kurucusu olacak olan Hüseyin Tevfik Bey’e (Paşa) verir. Hüseyin Tevfik ve beraberindeki heyet 15 yıl süreyle Amerika’da kalır.
Daha geniş bilgi için, “ Ali İhsan GENCER ve arkadaşları tarafından hazırlanan; Türk- Amerikan Silah Ticareti Tarihi”adlı esere bakınız) B. T.
[17] Bu Hüseyin Paşa Tunus’ta yetişen hamiyetperver zekâlardan olup, ilim ve fazlı ile ünlü ve Fransa’da öğrenimini tamamlamış bir zat idi. Sadr-ı sabık (eski sadrazam) Hayrettin Paşa’nın akrabalığına aday olduğu halde sonradan; evlenmeden önce irtibatını kesmişti.
[18] Eski bir Yunan filozofudur. B. T.

Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları