Hayata dair: Sürdürülebilirlik
Kendimi bildim bileli satın alırken bir ürünün son kullanma tarihine muhakkak bakarım hatta buna ilaveten kim yapmış, üreticisi kim nerede yapılmışa kadar bakarım. Yoo abartmıyorum gerçekten bende durum tam da böyle.
Hatta bu alışkanlığı küçük yaştan beri oğluma da kazandırdım.
O da benim gibi çok hassas bu durumlarda…
Covid ile hayatımıza çok sık giren online alışverişi sadece market aşamasında kullananlardanım.
Fakat ne yazık ki büyük zincir bir market den son dönemlerde sıklıkla günü geçmiş ürünler gelmesi, sonrasında bu hatayı bildirildiğinde geri dönüş alamamak çok şaşırtıcı, üzücü.
Market raflarında son kullanma tarihi geçmiş, bozulmuş ya da etiketiyle içeriği örtüşmeyen gıda ürünlerine rastlamak artık istisna değil, sıradan bir deneyim oldu tabir i caiz ise...
Tüketici şikâyetleri artıyor, sosyal medyada ifşa videoları çoğalıyor.
Ancak asıl soru şu: Sorun sadece birkaç kötü örnek mi, yoksa sistemik bir denetim ve sürdürülebilirlik açığı mı var?
Gıda güvenliği, yalnızca halk sağlığını ilgilendiren bir konu olmaktan çoktan çıktı.
Bugün bu mesele; tarım politikaları, enflasyon, dış ticaret, iklim krizi ve sosyal refah ile doğrudan bağlantılı bir ekonomik başlık haline geldi.
Bozuk gıdanın rafta yer alması, zincirin herhangi bir halkasında kırılma olduğunun göstergesi.
Üretimde, depolamada, lojistikte ya da denetimde…
Türkiye’de Tarım ve Orman Bakanlığı’nın mevzuat ve yaptırım gücü kâğıt üzerinde güçlü görünüyor.
Ancak sahaya bakıldığında denetimlerin sıklığı, etkinliği ve caydırıcılığı konusunda ciddi soru işaretleri var.
Denetimlerin büyük ölçüde şikâyet üzerine yapılması, düzenli ve risk bazlı kontrol mekanizmalarının yeterince işlememesi, özellikle büyük şehirlerde hızlı tüketim zincirlerinde boşluklar yaratmakta.
Küçük üretici ve esnaf daha sık kontrol edilirken, büyük ölçekli zincirlerde sorumluluğun dağılması denetimi zorlaştırıyor.
Bir diğer kritik başlık ise gıda israfı. Türkiye’de her yıl milyonlarca ton gıda, tarladan sofraya ulaşamadan kayboluyor.
Bu yalnızca etik bir sorun değil; aynı zamanda ciddi bir ekonomik kayıp. Akılların alamayacağı kadar.
İsraf edilen her ürün, kullanılan suyun, enerjinin, emeğin ve kamusal kaynağın da israf edilmesi anlamına geliyor. Enflasyonla mücadele eden bir ekonomide bu tablo sürdürülebilir değil asla.
Dünyada ise gıda güvenliği ve sürdürülebilirlik çok daha bütüncül ele alınıyor.
Avrupa Birliği’nin “Tarladan Sofraya” stratejisi, yalnızca son ürünü değil, tüm değer zincirini kapsayan bir yaklaşım sunuyor.
Dijital izlenebilirlik sistemleriyle ürünün hangi tarlada üretildiği, hangi depoda beklediği ve hangi rafta satıldığı anlık olarak takip edilebiliyor.
ABD’de büyük perakende zincirleri, tedarikçilerine sürdürülebilir tarım ve gıda güvenliği sertifikalarını zorunlu kılsa da denetim yalnızca kamuya bırakılmıyor; özel sektör de sorumluluk alıyor. Ama yeterli mi?
Bana göre değil. Öyle olsaydı sık karşılaşmalar yaşamazdık bozuk ürünlerle...
Güvenilir gıdanın sürdürülebilir olması için birkaç temel şart var.
İlk olarak denetim mekanizmalarının nicelik değil nitelik odaklı yeniden yapılandırılması gerekiyor.
Daha sık ceza değil, daha akıllı denetim. Veri temelli, risk analizine dayalı ve şeffaf bir kontrol sistemi kurulmadan raf güvenliği sağlanamaz.
İkinci olarak üreticiden perakendeciye kadar tüm aktörlerin zincir sorumluluğu netleşmeli.
Suçu yalnızca son halkaya yükleyen yaklaşım, sorunu çözmüyor.
Üçüncü ve belki de en kritik unsur tüketici bilinci.
Talep tarafı değişmeden arz tarafının dönüşmesi mümkün değil.
Benim gibi etiket okuyan, sorgulayan ve hesap soran tüketici, denetimin en güçlü tamamlayıcısıdır. Ama elbette ki çok zayıf bir denetleme bu da biliyorum.
Dijital uygulamalarla tüketicinin ürün geçmişine ulaşabilmesi, bu bilinci güçlendiren önemli bir araç olabilir.
Türkiye’nin tarım ve gıda potansiyeli, doğru politikalarla sadece kendi halkını değil, küresel pazarı da besleyebilecek güçte.
Ancak bu potansiyelin hayata geçmesi için güvenilirlik ve sürdürülebilirlik kavramlarının söylemden çıkıp, ölçülebilir ve denetlenebilir bir yapıya kavuşması ana şart.
Aksi halde bozuk gıdanın raftaki varlığı, yalnızca bir denetim sorunu değil, ekonomik yönetim sorunu olarak karşımıza çıkmaya devam edecek. Bozuk gıda kaynaklı zehirlenme vakalarını çok sık duyuyor ve yaşıyoruz.
Ve ne yazık ki bu durumlar önlenemez ise gıda zehirlenme haberlerini fazlasıyla yapıyor olacak meslektaşlarım…