Böyle de olmaz ki!
Şu kadar gün oldu bu kadar ay oldu derken bizler aslında giden yaşamlar, umutlar, kaybedilen acılar ve yeri doldurulamayacak kocaman boşluk var şu an… Hani bazı kelimeler sevimli gelir cümle içerisinde falan kullanırken ama bu öyle değil işte; buz gibi bir kelime deprem…
Günlerdir enkaz altında kalan hayatları, kocaman binaların kâğıt gibi yok oluşlarını izliyoruz…
Yıkılan bir binada kapısı açık bir buzdolabı fotoğrafı gözüme çarptı. İçi bozulmamış, sağlam duruyordu.
Tencereler, kavanozda bir şeyler… Sıradan bir gece de yenilen belki bir sonraki akşama saklanan tencere de ki o yemek…
Ne kadar baktığımı hatırlamıyorum o fotoğrafa beni çok etkiledi.
Ya kader de böylesi de olmaz ki diye haykırmak geliyor içimden…
Müteahhit denilenler resmen insan hayatını hiçe sayıcı yapılar yapmışlar.
Fahiş fiyatlara satmışlar ev hayali kuranların yaşamlarını alt üst edip dünya paralara mezar satmışlar meğerse ev değil.
TV’lerde gece gündüz uzman tabir edilen kişiler çıkıp suçlamalar da görüşlerde bulunuyorlar.
En çok konuşulan yapı denetimi ve öğreniyoruz ki birçok yapı denetimcisi yerinden kalkmadan raporlarını olumlu yazıp sürece resmen böylesi korkunç bir şekilde dahil olup insanların hayatlarını yok edici o raporu imzayı hazırlıyorlarmış.
Tamam hepimiz Japonya örneğini veriyoruz ama Japonya bunun kitabını yazmış filmini bin defa çekmiş yaşamış ve halen yaşayan bir ülke…
Deprem gerçeği Japonya da çok daha iyi biliniyor ve uygulanıyor.
Ufacık çocuklar bu buz gibi kelimenin hakkını verecek şekilde hayata hazırlanıyorlar, binalar bu gerçek doğrultusunda yapılıyor vs…
1999 depremi sonrası 2001’de çıkartılan Yapı Denetim Kanunu, yapı denetim kuruluşları başlığında bir birlik tarafından oluşturulsa da bu kuruluşlara bakıldığında proje de yapının doğru olarak uygulanıp uygulanmadığını denetlediği gibi yeri geldiğinde inşaatı durdurabilme yetkisine de sahip olduğunu gerçeği var iken zaman içerisinde bu kurumlar değişkenliğe uğramış, gevşemeler uygulanmaya başlamış.
2013’e kadar mimarlar odası denetlerken bu yetki belediyelere geçince zaten asıl sorunlar da başlamış.
2019’da değişen deprem yönetmenliği daha iyi olmuş aslına bakarsanız.
Japonya’dan bile daha iyi deprem yönetmenliğine sahip de olsak bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeği var ve bu gerçek ne yazık ki yapılara tam anlamı işlem yansımış değil.
Akıl alır gibi değil yumuşak zemine çok katlı binalar dikmek, bunlara izin vermek ve sonuçlarına karşı saçma açıklamalarda bulunmak akıllara uygun değil maalesef…
“Deniz kumu kullandık, hurdadan demirler kullandık, o dönem şartlarımız buydu” diyen pişkin bir müteahhit bu hafta utanmadan açıklamalarda bulundu.
Bu zat uzun bir zamandır başta İstanbul olmak üzere markasını maketler üzerinden satan, son dönemlerde Ortadoğu’ya yönelen, projelerini yine oralarda çeşitli showlar içerisinde satan bir kişi ve yaşadığımız deprem üzerine yıllar önce verdiği röportajı ile gündem oldu yine.
Peki, bu adam çıkmış o dönem TV’lerinde gözbebeğiydi verdiği reklamlar, sponsorluklar ile beyse çıkmış pişkince itiraflarda bulunuyor, bir bakıma kendisini ihbar ediyor da o bunu algılayabilecek zeka da olmadığını düşünüyorum.
Bu itiraflar 6 Şubat depremi sonrası yeniden servis ediliyor vs…
Bir Allah’ın kulu da kaç gündür arkadaş sen ne diyorsun bu bir suç itirafıdır bir gel hele demiyor.
Yapı denetimciler, bu binaların yapım izinlerini onaylayanlar, belediye yetkilileri ve tabii ki Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı…
Birinden de bir açıklama, yaptırım gelse keşke… Gelmez, evet gelmez…
Bu kadar acı günler içerisinde vicdanımız ile acılar ile sınanırken, 19 gündür aldığımız nefesten bile utanırken böylesi çiğ hareketli insanlara bir yerlerde rastlamak, açıklananlarına denk gelmek ve buna rağmen hiçbir şey yazılmaması sizi bilmemde bana çok ağır geliyor.
Koca kentler, büyükşehirler yok oldu, nice canlar, yaşamlar yok oldu umutlar bitti.
Biz hala neler ile uğraşıyoruz…
O güzelim şehirlerin yeniden eski haline dönmesi elbette ki o tarihi dokuların, doğanın eskisi gibi olması mümkün değil.
O burukluk hep olacak içimizde.
Bazen gidip kanal boyunca yürümek isteyeceğiz Hatay da merkezde belimi Arsuz’da bir kahve içmek isteyeceğiz ışık bir yaz akşamı.
Uzun çarşıya gidip baharat kokularının arasında kaybolmak isteyeceğiz veya tarihteki ilk Camii Habib-i Neccar’ın avlusunda soluklanmak, daha önce de gittiğimiz yerlere gitmek isteyeceğiz ama görmek istediklerimiz olmayacak oralarda…
Yaşamak çok ağır ama ölmek çok kolay…
Son günlerde gitmiyor aklımdan bu söz…
Hırslar, bir hiç uğruna yok olup giden hayatlara rağmen inadına bu hayatı en güzel, istediğimiz şartlarda yaşamak var iken hiç yoluna ölmek olmamalı yaşam defterimizde.
Bu acı sınavı hep beraber bilinçli en bilinçli halimize gelerek beraberce atlatmalıyız, başka yolumuz yok…