Niye, niye...
Büyük felaketin üzerinden 13 gün geçti. Geçmedi aslında geçmeyecek de. Çok ağır bir acı çok ağır bir travma yaşıyoruz… Hiç iyi değiliz hiçbirimiz.
Ve öyle üç beş psikolog seansı ile de geçmeyecek bu travmalarımız.
Yok olan hayatlar, yok olan hikayeler var. Gözü yaşlı, evinden barkından olanlar, annesiz, ailesiz yetimler var geride.
Saatlerce enkaz altında bekleyenler, enkazda sönen yaşamlar var.
Hiç iyi değiliz hiçbirimiz.
Sebep olanlar utanmadan ortadan kaybolmaya, birbirini suçlamaya çoktan başladı bile…
Evet tam da öyle.
Utanmadan vicdan yoksunları konuşmaya başladı.
Bir binanın oluşum süreci bellidir, imar aşaması, izinler, onaylar, denetimler. Hep bir üstlenicisi vardır bina ortaya çıkana kadar, iştahlı müteahhitler bir anda maketlerle, ışıklı kalemlerle hayal satarlar.
Ev sahibi olabilmek zordur bizim ülkede, ama satışlarda bir o kadar güzeldir bir an da satılır.
Sonrası kurulan yuvalar bir anda canını alan bir katile dönüşür alır koparır seni, sevdiğini, hayallerini yaşamdan.
Niye? İşte bu NİYE bile sayfalarca, saatlerce, günlerce konuşulsa çözümü, açıklaması havada kalacak asla anlaşılır kelimelerdeki oluşamayacak bir kelime haline geldi. NİYE!
Niye bir anda gitti hayaller, yuvalar…
Bugün bir haber gördüm yüreğim sızladı anne, baba ve kardeşinin cansız bedenleri ile günlerce enkaz katında kalan küçücük bir kız enkazdan kurtulduğunda annesinin ikizi olan teyzesini görünce ‘Anne’ diye boynuna sarılmış. Hadi buyurun bunu bir açıklayın… Bu travma o güzelim kız çocuğundan nasıl silinecek söylesenize bize bu NİYE durumunu yaşatan sorumsuzlar, para için insanların yaşamlarına göz dikenler… Söylesenize onursuzca o koca binaları dikenler. NİYE!
Biri de çıkıp da vicdanım yanıyor dedi mi? Demedi diyecek yüz, şahsiyet yok ki desinler…
Ülkede son 100 yılın en büyük depremi olmuş, açıklanan sayı her geçen gün artıyor ve enkazların altı yaşamlarını yuvalarında, sıcacık yataklarında kaybedenler ile dolu. Şehirler yok olmuş.
Güzelim Hatay’ımız yok oldu.
Ulu Önder Atatürk ün “Hatay benim şahsi meselemdir” dediği güzelim Hatay.
En sevdiğim şehirlerin başındadır Hatay.
En son Ağustos da gittim Arsuz’da İskenderun’da o güzelim bereketli tarih, lezzet kokan topraklara ne zaman gitsem kendimden geçerken yol olmuş acı dolu bir karanlık kent oldu Hatay.
Gaziantep, Adıyaman, Kahramanmaraş, Osmaniye ve de elbette Canım Malatya…En sevdiğim, bir çok arkadaşımın dostumun olduğu canım Malatya da yok oldu.
Çok değil 2 ay önce Malatya’da EXPO lansmanı için Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan ile beraberdim. Her zamanki başarısına gururla bir yenisini eklemek için Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan EXPO lansmanında çok güzel bir konuşma yaptı. Dedi ki “Bu topraklara, bizim insanlarımıza borcumuz var. Malatya her zaman en iyisine layık olması için canla başla çalışıyoruz. EXPO 2025 içinde bu gururu halkımız ile yaşayacağız Malatya için” dedi
Ama yok oldu güzelim kent, hayalleri, gururları enkaz altında kaldı.
Yine kalkacaklar ayağa, yine yeniden inşa edilecek o güzelim kentlerimiz ama yüreklerde ki o burukluk hiç gitmeyecek, o feryatlar, yok olup giden yaşamlar hiç unutulmayacak.
Unutulmaması için yaşamalıyız bundan sonrası yeniden şehirleri inşa eder iken…
Gözümüzden gitmemeli enkaz altında yok olup giden günahsız insanlar, enkazdan kurtulan yeni yaşamlarına eksik başlayan yüreği buruk insanlarımız…
Asıl bizim bundan sonra o enkazlarda yok olan yaşamlar için, öksüz kalmış evlatlar, gözü yaşlı insanlarımız için unutma lüksümüz yok artık.
Unutmamalı, unutturmalıyız…
“İçimde bin yıllık ağlamak var
Bir ağacın altında oturarak;
Hem kendime hem bütün insanlara
Hem börtü böceğe, kediye, köpeğe
Bin yıllık göz yaşı ile ağlamak istiyorum…”
İyi olacağız güzel ülkem…
Çok iyi olmak ana hedefimiz, gönül borcumuz bundan sonrası…
Emanetlerimiz için, iyi olmalıyız Türkiyem…