Mavi Sürgün
"Ne kap, ne kacak; gönül dolusunca yaşıyorum. Zamanı hep yatay sanırlar. Ben geçmişte yokum, gelecekte de yokum, şimdi dikine varım; yükselmesine sonsuz, derinlemesine sonsuz."
Cevat Şakir Kabaağaçlı; ne kap ne de kacak bıraktı geriye.
Bir ölümlünün geride bırakacağı en güzel şeyler kaldı arkasında: Kitaplar, resimler, elleriyle diktiği fidanlar, begonviller, meyveler ve kendi karakterini kattığı Bodrum sokakları, sahilleri.
13 Ekim, geçtiğimiz hafta ölüm yıl dönümüydü. ‘İnsan bir ömre neler sığdırır?’ sorusunun cevabı onun yaşamında gizli. Hatırlayalım çünkü unutmak körleştirir.
***
17 Nisan 1890’da, Girit’te başlayan hayatı, birbirinden uzak duraklarda gezindi durdu; İstanbul, İngiltere, İtalya, Afyon, Bodrum ve İzmir…
Bugün bile tartışma konusu olan bir cinayet sonucu, kendini bir anda Afyon Hapishanesi’nde buldu.
7 yıl hapis yattıktan sonra, cezaevinde yakalandığı bir hastalık sonucu tahliye edildi.
Karikatürler, resimler çizdi, dergilere yazılar yolladı, kapaklar hazırladı.
O yıllar, memleket için karmaşık dönemlerdi; imparatorluğun çöküşü ve savaş meydanlarının ağırlığı, toplumun üzerinde kocaman bir yük oluvermişti.
1925 yılında yazdığı, "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler" yazısı, iktidarı kızdırdı. “Memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak” suçlamasıyla idama mahkûm edildi. Daha sonra cezası ‘sürgün’e çevrildi.
***
Bodrum, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın ‘Halikarnas Balıkçısı’na dönüştüğü yer oldu. Girit’te başlayan hayatı artık uzaktaydı: Yer değişiklikleri, cinayet, hapishane hayatı, sürgün yaşamı ve Bodrum.
İçinde korku ve kaygıyla, Ankara’dan Bodrum’a, kimi zaman at sırtında kimi zaman tren ve otobüsle, üç buçuk aylık seyahati sonunda ulaştı. Hikâye tam da burada başlamıştı.
Bodrum’a vardığı karanlık bir gecede, denizin önünde dizlerinin üzerine çöküp hıçkırarak ağlamıştı. Belki de doğup büyüdüğü Girit’e olan özleminden, kim bilir?
Bir kitabında, Bodrum’u ilk gördüğü anı şöyle anlatmıştı: “Akşam çividisinde koyulaşan koca arşipel- eski deniz- varlığını bana bir heybetle bildirdi. Masmavi bir gürleyişti o. Ben diyeyim yüz bin deniz mili, en berrak bir açıklığa uzuyor da uzuyor. Olduğum tepeden sonsuzluğu seyrediyormuş gibiyim.”
O yıllarda ‘kuru bir dal’ olan Bodrum, böyle görünmüştü onun gözüne. Kendi karakterini yeniden yaratmanın zamanı gelmişti…
Artık günün büyük çoğunluğu denizlerde ve sokaklarda geçiyordu. Balıkçılarla mavi yolculuklara çıkıyordu. Kıyı insanlarının sakin ve telaşsız halleriyle yoğuruluyordu kimliği. Günbatımlarına eşlik eden sarhoşluklar, sokaklarda ve caddelerde atılan adımlarla yeni bir hayat açığa çıkmıştı.
Kurumuş ve çorak bir toprağa can vermek, hayata dair derdi olanların işiydi. Halikarnas Balıkçısı, içinde bulunduğu bütün çelişkilere ve bilinmezliğe inat, yaşam sevincini canlı kılmıştı.
Bugün şarkılarda da geçen Bodrum’un begonvilleri, yaseminleri, onun tohumları sayesinde yer tuttu. Büyüdü, serpildi. Türkiye’ye greyfurtu kazandırdı. ‘Cebinde tohumla gezen adam’ oldu.
Fakat artık buradaki duraktan da hareket etme zamanı gelmişti.