Avrupa güvenlik mimarisinde Türkiye'nin kaçınılmaz rolü
Dünya yeniden şekillenirken Avrupa, güvenlik krizlerinin ortasında kalmış durumda. Rusya ve Ukrayna savaşı, kıtanın güvenlik algısını sarsarken, Avrupa Birliği içinde bağımsız bir güvenlik mimarisi oluşturma çabaları gündemde. Ancak bu mümkün mü?
Polonya Başbakanı Donald Tusk’un “AB kendi eylem planını oluşturmazsa küresel aktörler geleceğimizi belirleyecek” sözleri, kıtanın kendi savunma politikalarını şekillendirme gerekliliğini vurguluyor. Ancak, Avrupa’nın ortak bir orduya sahip olması konusunda bile net bir fikir birliği yok. Polonya ve Danimarka’nın temkinli duruşu, İtalya’nın diplomatik sürece dahil olma isteği gibi bölgesel farklılıklar, Avrupa’nın kendi güvenliğini bağımsız olarak şekillendirme sürecini zorlaştırıyor. Öte yandan, ABD Başkan Yardımcısı Vance’ın Avrupa’daki ifade özgürlüğü konusunda yaptığı eleştiriler, transatlantik ilişkilerde yeni bir gerilim yaratıyor. İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in ABD Başkanı Donald Trump ile yaptığı görüşmelerse, İngiltere’nin ABD ile özel ilişkisini sürdürme çabasını ortaya koyuyor. Ancak asıl soru şu: Avrupa, güvenlik politikalarını Washington’dan bağımsız belirleyebilir mi, yoksa her zaman ABD’nin gölgesinde mi kalacak?
Öte yandan, Türkiye, Avrupa güvenlik mimarisinin dışına itilemeyecek kadar kritik bir aktör olarak öne çıkıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Londra’daki zirvede Türkiye’nin Ukrayna ve Rusya arasındaki barış görüşmelerine ev sahipliği yapabileceğini vurgulaması, Ankara’nın diplomatik kapasitesini bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye daha önce de benzer bir rol üstlenmiş, Karadeniz Tahıl Anlaşması’nın imzalanmasında arabulucu olmuştu. Hem NATO üyesi hem de Rusya ile diyalog kurabilen nadir ülkelerden biri olarak Türkiye, Doğu ile Batı arasında diplomatik bir köprü olmayı sürdürüyor.
Ukrayna meselesine gelince, çatışmaların sürdüğü bir ortamda diplomasi için alan var mı? Rusya’nın ele geçirdiği topraklardan taviz vermeyeceğini açıklaması ve Batı’nın Ukrayna’nın toprak bütünlüğü konusunda geri adım atmaması, müzakerelerin zorluğunu gösteriyor. Tarihte pek çok kriz, beklenmedik ittifaklarla çözülmüştür. Türkiye’nin sunduğu müzakere masası teklifi, Avrupa’nın güvenlik denkleminde önemli bir değişim yaratabilir. Ankara, sadece askeri değil, diplomatik açıdan da sürecin kritik bir parçası olabilir. Dolayısıyla, Fidan’ın “Türkiye’siz bir Avrupa güvenlik mimarisi düşünülemez” açıklaması, sadece bir söylem değil, jeopolitik bir gerçeğe işaret ediyor.
Sonuç olarak, Avrupa güvenliğinin geleceği, AB’nin bağımsız bir yol çizip çizemeyeceğine bağlı. Türkiye’nin sunduğu diplomatik fırsatları değerlendirmek hem Avrupa hem de bölge istikrarı açısından çok önemli olduğu aşikar. Peki, gerçekten bir barış mümkün mü, yoksa güç dengeleri yeni bir jeopolitik çıkmaza mı işaret ediyor? Avrupa ve Türkiye bu süreçte nasıl bir yol izleyecek? Avrupa’nın güvenliği konusunda AB gerçekten bağımsız bir politika belirleyebilecek mi, yoksa NATO ve ABD ile olan ittifakını sürdürmeye mi devam edecek?
Gelecekte hangi manşetlerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz, ancak kesin olan bir şey var: Türkiye, Avrupa’nın güvenlik denkleminin vazgeçilmez bir unsuru olmaya devam edecek.