Zirve dönemi
Eylül gelince başlar bir heyecan her sektörde. Çocuklar okul için, Televizyon ve Radyo patronları yeni yayın dönemleri için, Piyasalar kış dönemi için Liderler de dünya yönetimindeki rolleri için başlarlar heyecana.
Dünya liderleri için yılın bu zamanı, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na, Taraflar Konferansı'na (COP) ve G-20 zirvesi gibi çeşitli diğer toplantılara nasıl tavır alacaklar konusunda karar verme günleri. Bir devlet başkanı, bu durumda sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya veya Güney Afrika'ya seyahat etmemeyi seçerse, bunun yerine kimin gönderileceği, bunun nasıl bir mesaj verebileceği ve bunun onlarca yıldır inşa edilen ilişkileri nasıl etkileyebileceği sorusu ortaya çıkıyor. Çünkü, artık devletler bir başka soğuk savaş içinde.
2025 yılı beraberinde birkaç ek zorluk daha getiriyor. Ben 2030 yılında beklediğim bir çok inanması zor durumları bu yıl görmeye başladım. Öncelikle, Amerika Birleşik Devletleri Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri'nden (SKH) çekilmekle kalmadı, aynı zamanda onları kınadı ve BM ile ilgili tartışmaların önemli bir bileşenini anlamsız hale getirdi. Hatırlatmak gerekirse, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri'ler arasında yoksulluğun ortadan kaldırılması, açlığın sıfırlanması ve sağlıklı yaşam gibi zararsız hedefler de var. Bunlar 17 hedeften sadece üçü. Amerika Birleşik Devletleri Paris Anlaşması'ndan da bir kez daha çekildi. Bu da Washington'ın artık iklim eylem planları sunma veya iklim finansmanı sağlama yükümlülüklerine bağlı olmayacağı anlamına geliyor. Bu da Taraflar Konferansı (COP) toplantısını bir sohbet ve ticaret fuarından biraz daha fazlası haline getiriyor. Ve son olarak, Amerika Birleşik Devletleri'nin G-20'ye katılmayı seçip seçmeyeceği konusunda ciddi şüpheler var ve bu da dünyanın en büyük ekonomik gücünün katılımı olmadan bir başka büyük zirveye yol açıyor.
Yani anlayacağınız bu aşamada Amerika Birleşik Devletleri dünyanın birçok örgütü ile oynuyor. Zaten yıllardır küresel dünya düşüncesinde olan dernek ve örgütler diğer ülkeleri kendilerine mahkum etmek için var güçleriyle çalıştılar. Birleşmiş Milletlere üye ama bir devlete bağlı olmayan 26 Örgüt dünyayı dizayn ediyordu. Bu örgüt koalisyonunda ABD de çok etkin çalıştı.
Ama şimdi görüyoruz ki Amerika bu işten çekiliyor. İyiliksever çok taraflılığın sonu geldi galiba. Gazeteci Adam Tooze'un savunduğu gibi, küresel yardımların sekteye uğramasının suçunu Trump yönetiminin "Önce Amerika" gündemine atmak çok kolay. Tooze, hem sol hem de sağdaki politikacıları, ulusal güvenlik çıkarlarını hümanizmin önüne koymak ve Çin gibi ülkelerin yükselişini salt bir tehdit olarak görmekle suçlarken, kalkınmanın her zaman güçle ilgili olduğunu savunuyor.
Makroekonomist Daniela Gabor, kamu sermayesinin kalkınma yardımı riskini üstlendiği umutlu ama başarısızlığa mahkûm "Milyarlarcadan Trilyonlara" hareketini eleştirerek bu noktaya vurgu yapıyor. Gabor, "Kamu finansmanının kıtlığı siyasi bir kurgu," diye sonuca varıyor. "Para var. Kurumlar yeniden inşa edilebilir. " Diyor.
Yardım kuruluşları kalkınma açıklarını kapatabilir mi? Bu konuda da ben bir yazı hazırlayacağım. Günümüzde Sivil Toplum Kuruluşları kendi sorunları ile ilgileniyor. Dünya genelinde hükümetler STK’ları kendi menfaatleri doğrultusunda kullanıyor. Kâr amacı gütmeyen kuruluşlara karşı savaş yalnızca Amerika Birleşik Devletleri ile sınırlı değil tabi ki. Ancak ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın (IAA) yok edilmesi birçok kişiyi ve ülkeyi doğrudan etkiledi. Ancak, bu konuda en olumlu etkilenen ülkelerden biri Türkiye oldu. Çünkü Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın kimlere yardım ettiğini çok iyi biliyoruz.
Avrupa'ya ABD ve Çin ile teknolojik olarak rekabet etme şansı verebilecek birkaç temel proje için anlaşılmasıyla mümkün olacak. Hindistan’da yapılan toplantı bu konuda bir yol haritası verebilir. Ortak endüstriyel hedefleri finanse etmek için çeşitli programları 410 milyar avroluk yeni bir fonda birleştiren Avrupa hükümetlere bu sonbaharda yatırımlarını koordine etmeleri için bir tavsiyede için hazırlanıyor.
Ama burada da kaçınılmaz olarak gerginlikler yaşanacaktır. AB yönetimi bazı büyük ülkeler tarafından rehin alınmış durumda. Avrupa Birliği, 450 milyon tüketiciye sahip ekonomik büyüklüğünün, uluslararası ticaret ilişkilerinde jeopolitik güç ve nüfuz getirdiğine yıllarca inandı. Bu yıl, bu yanılsamanın ortadan kalktığı yıl olarak hatırlanacak. Bakalım yapılacak zirvelerden ne sonuç çıkacak. Ama şu bir gerçek ki, bu toplantıların içinde olmayan ülkeler ceremesini çekecekler...