SON DAKİKA

Avrupa olmadan olmaz

Geçtiğimiz günlerde dünya siyaseti ne durumda diye bakarken Jorge Liboreiro tarafından yazılan bir yazıya denk geldim.

Aslında bir çok yazar bu merak edilen konuyu yazıp duruyor. Ama bu yazılanların kime faydası var bilmiyorum. Ben de size bu satırları bilgiler toplaması olarak yazıyorum ve bir görüş elde etmenizi istiyorum. 

Donald Trump'ın ben başa geçince savaşlar son bulacak demesinden 10 ay geçti. Ama Hala savaşlar devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri nereye barış götürmeye gitseler ! orada bir çıban başı bırakıyorlar. Daha büyük kabus yaşanıyor.  Şubat ayında telefonla Vladimir Putin'i arayıp Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşını nasıl sonlandıracağına dair müzakereleri derhal başlatmasından bu yana, çok fazla değişen bir şey olmuyor ama Avrupalılar bu işin ciddiyetini yeni anlayıp hep bir ağızdan "Biz olmadan olmaz" sloganını attıyorlar.

Trump'ın dengesiz diplomasisi, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa topraklarında yaşanan en kanlı silahlı çatışmanın, müzakere masasında Avrupalılar olmadan, hatta belki de Ukraynalılar olmadan çözülebileceği korkularını körükledi. 

Trump ve Putin'in herkesin arkasından kıtayı parçalama ihtimali, Brüksel, Berlin, Paris, Londra ve çok daha ötesinde gerçek bir ürpertiye yol açtı. Şubat ayında, yetkililer ve diplomatlar arasında kaygıya neden olan bu durumun sonucunu herkes kendine göre yazıyor. 

Geçtiğimiz hafta ABD ve Rusya'nın savaşı sona erdirmek için 28 maddelik bir plan hazırladığı bildiriliyor. Plan Ukrayna için oldukça dezavantajlı koşullar içeriyor. Bunlar arasında, Rus güçlerinin tamamını kontrol edemediği Donbas'ın tamamından vazgeçmek ve Ukrayna ordusunun büyüklüğüne sınırlamalar getirmek de var. Bu, ne Kiev'in ne de müttefiklerinin hoş görmeye yanaşmayacağı, yüzeysel bir teslimiyet. Bu nedenle Ukrayna lideri Ankara’ya gelip Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a dert yandı. Tabi ki bu konuşmalarının detaylarını açıklamıyorlar ama burada Türkiye’nin duruşu çok önemli. 

ABD’nin bu tavrı üzerine Avrupalılar paniklemek yerine, soğukkanlılıklarını korudular. Tabi ki, nedenini anlamak kolay: Bunu daha önce de yaptılar. Geçtiğimiz yıl, Avrupalılara Beyaz Saray'dan kaynaklanan diplomatik girişimleri ciddi bir yüz ifadesiyle ama bir tutam (veya kilo) şüpheyle karşılamayı öğretti. Trump, bilindiği üzere öngörülemez ve kiminle konuştuğuna bağımlı olmadan hareket edebiliyor. Orta Doğu temsilcisi Steve Witkoff söz konusu olduğunda, Rus görüşlerini benimseme eğiliminde. Dışişleri Bakanı Marco Rubio söz konusu olduğunda ise, daha şahin olma eğiliminde. 

Rubio, Moskova'nın maksimalist taleplerini yumuşatma konusundaki isteksizliğini fark ettikten sonra, geçen ay Trump, Rusya'nın petrol endüstrisine yaptırımlar uyguladığını da unutmayın .

Avrupalılar bu sefer, görüşlerinin dikkate alındığından emin olmak için Trump'ın diplomasisine, bitmek bilmeyen iniş çıkışlarına rağmen uyum sağlamaları gerektiğini biliyorlar. Örneğin, Trump en son temas hattında ateşkes çağrısı yaptığında, Avrupalı liderler bu tutumu destekleyen ortak bir açıklama yapmakta gecikmediler; ancak Moskova bunu elbette reddetti.

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, yaptığı açıklamada, "Tartışmalar, toprak meselesi ve güvenlik garantileri meselesinde müzakerelere olanak sağlayacak şekilde temas hattında bir ateşkesle başlamalı" dedi . "Şimdilik bu tür düzenli görüşmelerin önündeki tek engel Vladimir Putin'dir." Diye de ekledi.

İsveç Dışişleri Bakanı Maria Malmer Stenergard ise, "Farklı görüşler hakkında birçok görüşme yapıldığını" belirterek, "Ukrayna olmadan barış olamaz ve Avrupa'nın masada olması gerekiyor" dedi.

Hoşnutsuzluğu hisseden Marco Rubio, durumu açıklığa kavuşturmaya çalıştı: "Kalıcı bir barış, her iki tarafın da zor ama gerekli tavizler konusunda anlaşmasını gerektirecektir," dedi. "Bu nedenle, bu çatışmanın her iki tarafının da katkılarına dayanarak, bu savaşı sona erdirmek için olası fikirler listesi geliştiriyoruz ve geliştirmeye devam edeceğiz " diyerek gerginliği bir nebze olsun durdurmaya çalıştı ancak, cevapsız kalan tuhaf bir soru var: Bu neden olmaya devam ediyor?

Sonuçta, AB, Ukrayna'nın en büyük bağışçısı olup, bütçeyi, silahlı kuvvetleri ve enerji sistemini desteklemek için milyarlarca dolarlık yardım sağlıyor. AB, Ukrayna'ya aday statüsü vermiş, savunma sanayisiyle derin bağlar kurmuş ve çoğu şu anda kalıcı olarak yerleşmiş olan dört milyon mülteciyi kabul etmiştir. Ukrayna'da yaşananlar, tüm blok üzerinde kalıcı bir etki yaratacaktır. Avrupaya göre uygulanabilir tek bir plan var ve bu planın iki amacı var: Ukrayna'ya destek ve Rusya'ya baskı.