Dolar $
32.26
%-0.02 -0
Euro €
34.69
%-0.05 -0.02
Sterlin £
40.36
%-0.09 -0.03
Çeyrek Altın
3937.85
%0.29 11.32
SON DAKİKA
Son Yazıları

Değerli yalnızlığın bir muhasebesi

23 Ara 2019

Evet, zor zamanlardan geçiyoruz. Türkiye'nin içerisinde yer aldığı coğrafya ayaklanmalar, çatışmalar, bölgesel ve küresel aktörler arasındaki güç mücadeleleri ile çalkalanırken bir kenarda durup kaderimize razı olmamız mümkün değil. Yeni bir dünya kuruluyor, Türkiye'nin ortaya çıkan bu yeni durumu mümkün olduğu kadar lehine çevirmeye çaba göstermesinden daha doğal bir şey olamaz.

Amerika, Rusya, Avrupa ülkeleri, İran, İsrail, Körfez derken herkesin ucundan çekiştirdiği bir gelecek kurgusunu uzaktan seyredemeyiz.

Buraya kadar amenna ve saddakna. Peki bu oyunun içerisinde yer alırken kendimizi böylesine yalnız, izole edilmiş bir durumda bulmamızın açıklaması nedir? Bu bölgede güç mücadelesine giren diğer aktörler arasında beraber hareket edebileceğimiz oyuncular bulamaz mıyız? Suriye’de bir süre bizi taşıyan Astana sürecinde tıkanmalar ortaya çıkarken, Rusya ile sorunlarımız Fırat’ın doğusundan, İdlib’e ve oradan da Libya’ya uzanma eğilimi gösterirken bir kez daha dış politikadaki tıkanmalarımız su yüzüne çıkmaya başladı. İşte bu noktada da bir zamanlar Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın ağzından duyduğumuz “değerli yalnızlık” ifadesi akıllara düştü. Bu terim Kalın’ın kendi bulduğu, Türk dış politikası için türetilmiş bir kavram değil. 19ncu yüzyılda İngiltere’nin kıta Avrupası’na yönelik diplomasisini tanımlamakta kullanılan ve genel itibariyle Londra’nın ana kıtada kalıcı ittifak ilişkileri kuramayacağını, güç dengesini sağlamak amaçlı geçici müdahalelerde bulunması gerekliliğini ifade eden bir politik tercihi anlatıyor Bu haliyle bugün Türkiye’nin bölgesinde yalnızlaşması ile çok farklı bir durumdan bahsediyoruz.

Ortadoğu’da Tek Başına

Belki tek başına derken biraz haksızlık ediyor olabilirim, yine de dış politikadaki sıkışmamızı bir nebze bu ifadeyle açıklayabiliyoruz. Suriye’deki krizde İran ve Rusya ile yakalanan momentumun sınırlarına geldiğimiz görülüyor. Bilhassa Barış Pınarı Harekatı’nın hemen ardından yapılan Soçi mutabakatı ve harekata başından beri karşı olan İran’ın tutumu sorunu ortaya koyuyor. İdlib’te Türkiye’nin desteklediği grupların da aralarında bulunduğu muhalifler Rusya’nın ve Esad’ın saldırılarına maruz kalıyor. Son olarak Libya ile yapılan yetki alanları sınırlandırmasından sonra daha da belirgin hale geldiği üzere Moskova ile tam ters kutuplarda bulunuyoruz.

ABD ve Avrupa ile sorunlarımız ise bir süredir kamuoyunun en önemli gündem maddeleri arasına girdi. Müttefiklerimizin bizim hassasiyetlerimize önem vermemeleri, Suriye’de PYD ile iş tutmaları, Doğu Akdeniz’de Ankara’nın çıkarlarını göz ardı etmeleri bardağı taşırıyor. Arap baharına kadar sıkı ilişkiler içinde olduğumuz Körfez ülkeleri ve Mısır’la ise örtülü bir savaş yaşıyoruz neredeyse.

Bütün bu ahval ve şerait içinde Türkiye kendi çıkarlarını koruyabilmek adına göbeğini kendi kesmek yoluna gitmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla Soğuk Savaş yıllarında Kıbrıs’taki askeri varlığımızla başlayan süreç, daha sonra Afganistan’dan Bosna’ya, Somali’ye, Lübnan’a ve şimdilerde Suriye’ye, Irak’a ve Katar’a asker gönderme ihtiyacı doğuruyor. 

Son olarak Cumhurbaşkanı’nın Hafter güçlerinin ilerleyişine karşı durabilmek için Libya’daki meşru hükümete destek amacıyla silahlı kuvvet gönderilebileceği açıklaması yeni bir cephe olasılığını doğuruyor. Ankara’nın zaten İHA’lar vasıtasıyla Libya’daki çatışmaların içerisinde olduğunu da belirtmek gerekir. Böylece kendimizi giderek genişleyen, sonu gelmeyen bir uluslararası yükümlülükler sarmalının içerisinde buluyoruz.

Bu angajmanların maliyet ve riskleri beraberinde getireceğini ayrıca belirtmeye gerek yok. İyi de zorlukları var, ayrıca pahalı bir iş diye bölgemizde çıkarlarımızı korumaktan vaz mı geçeceğiz diyeceksiniz. Tabii ki hayır. Gerçi her şeyi güvenlikleştirme, diplomatik araçları geri plana atıp tüm sorunları askeri güç kullanarak çözmeye kalkmak sağlıklı bir yol değil; orada kuracağımız dengeye de dikkat etmemiz gerekiyor. Elimize çekiç alınca bütün sorunları çivi şeklinde görüyor olabiliriz. Biraz daha az “ıssız adam diplomasisi”, biraz daha fazla dost, hedeflerimize daha düşük maliyetlerle ilerlememize katkı sağlayabilir.

Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları