Zordur engelli olmak…
'Engelli' sözcüğü genelde hareket yeteneği sınırlanmış bireyi çağrıştırmaktadır. Hareket yeteneğini sınırlayan nedenler ise doğuştan getirilen, doğum sırasında karşılaşılan ya da sonradan yaşanan bir hastalık veya kaza sonucu ortaya çıkan bir işlev bozukluğundan kaynaklanıyor olabilir.
Toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük
ihtiyaçlarını karşılamada güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon,
danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi” olarak tanımlamak
mümkündür. “Sakat, özürlü ya da malul” gibi kelimelerle de
adlandırılmaktadır. Resmi evraklarda bile bu rahatsız edici tabirleri
görmek mümkündür. Bir kusurundan dolayı askere gitmesi sakıncalı olan kişilere,
“çürük” raporu verilmektedir.
Engelli kişilerin tek sıkıntısı,
kendilerine yakıştırılan kaba isimler değildir. Birçok engelli kişi,
toplumun kendilerine olan yaklaşımlarından dolayı dertlidir. Kişisel yaşamdan
sosyal çevreye varıncaya dek, hayatın her alanında var olan engelli
vatandaşların bir kısmı hafif engelli, bir kısmı ise ağır engellidir. Ağır
engelli kişiler, çoğu yaşamsal faaliyetini tek başlarına gerçekleştiremezken,
hafif engelli kişiler bu anlamda biraz daha avantajlıdırlar.
Yaşamları her alanda zordur engelli olmak…
Aslında onların engeli, onlara engel olanlardır. Fiziksel engelliyseniz sokaklarda
yürüyemezler ya kaldırımlar uygun değildir yüksek çıkıntılar inmesi çıkması
zordur ya da insanların keskin bakışları arasında hayatlarını idame ettirmeye
çalışırlar. Görme engelliyseniz çukurlar vardır. Direkler, hiç hesapta olmayan
bazı girintiler çıkıntılar hayatı bezdirici hale getirirdi. İşitme engelliler
için ise kural tanımayan trafik, bir türlü hesap edilemeyen ve düzensiz ulaşım
her an bir kaza nedeni oluşturabilirdi. Engelli insanların sokaklara
çıkmayışının ikinci nedeni ise korunma içgüdüsüdür. Her şeyden önce toplumun
engelli insanlara bakışı engellidir. Engelliler işe yaramayan, ortalıkta sadece
görünüp var olmalarıyla birlikte bazı şeylerin doğal akışını aksatan birileri
olarak görülüyor. Dolayısıyla engellileri aileleri, onları korumak için
sokaklara bırakmıyorlar.
Toplumsal destek sistemlerinin
yetersizliği, toplumun dışlayıcı tutum ve davranışları da engelli bireyin
topluma eşit bireyler olarak katılmasını önler. Bilindiği gibi aile, çocukların
sağlıklı olarak yetiştirilip, gelişebileceği, önemini hiçbir zaman yitirmeyen
evrensel bir kurumdur. Özellikle, ilk davranış kalıpları, toplumsal hayata ilişkin
kural ve roller, temel alışkanlıklar, mutluluklar, sevgiler, günlük ilişkiler
içinde ailede öğrenilmektedir. Bu nedenle normal ya da özürlü, sorunlu ya da
sorunsuz olsun her çocuğun, içinde büyüyüp gelişebileceği bir aileye
gereksinimi vardır. Çocuğun özürü kesin olarak tanımlandıktan sonra, aile
bireylerinin çocuğu ve özürünü kabullenebilmesi çok önemlidir. Ancak aileler bu
sürece ulaşıncaya kadar bazı aşamalardan geçmektedirler.
Bir döneme damgasını vuran “mavi kapak
toplama ve bunun sonucunda tekerlekli sandalyeler alma” furyası, çok iyi
niyetli ve sonuç odaklı bir kampanya olsa da, takip eden süreçte etkisini
yitirmiştir. Engelli bireyler, yeniden kaderleriyle baş başa kalmak zorunda
bırakılmışlardır.
“Her sağlıklı insan bir engelli adayıdır”
cümlesi, akıllardan çıkarılmaması gereken bir önermedir. Sağlıklı olan
bireyler, engelli bireyleri düşünmedikçe ve onlara yardımcı olmadıkça, bu
vicdani yara her gün kanamaya devam edecektir. Engellilere karşı anlayış ve
hoşgörünün yüksek olduğu Avrupa’da, tüm toplum hizmetleri engelli vatandaşların
da rahatlıkla yararlanabileceği şekilde yapılmaktadır. Aynı şekilde, gerek
Türkiye’de, gerek doğu toplumlarında da engelli vatandaşlara karşı sorumluluk
ve düşünceli olma durumunun artması gerekmektedir.