Son yıllarda özellikle 11–15 yaş arası çocuklarda belirgin bir eğilim var: Mini etekler, file çoraplar, göbek açık üstler, derin dekolteler… Tüm bunlar "özgürlük" söylemiyle meşrulaştırılıyor. Peki bu gerçekten özgürlük mü, yoksa çocukluğun sessizce kaybedilişi mi?
Dünyada 25 Kasım–10 Aralık arası "Turuncu Günler" olarak bilinir. Birleşmiş Milletler'in başlattığı bu kampanya, kadına yönelik şiddete karşı küresel farkındalık oluşturmak için tasarlandı. BM turuncuyu boşuna seçmedi: Turuncu, umudun, canlılığın, yeniden doğuşun rengi. Karanlığı yırtan bir ışık gibi… Yani kadınların hayatta kalma çığlığının rengi aslında.
İnsani değerlerimiz günden güne düşüyor… İnsana özgü ve bütün insanlar için ortak sayılabilecek tüm üstün değerler — dostluk, sevgi, güven, saygı, merhamet — olması gereken aralığın çok çok altında.
Bazı ilişkiler, sevgiyle başlamaz; büyülenmeyle başlar. Onun ses tonu, özgüveni, bakışı… Hepsi sizi içine çeker. "Bu kadar karizmatik bir insan nasıl olur da beni seçti?" diye düşünürsünüz. Ama bir süre sonra fark edersiniz: Seçen siz değilmişsiniz, seçilenmişsiniz. Ve o büyünün bedeli, kendinizi kaybetmektir.
(İbn Sînâ'dan bugüne, hastalığın ruhu iyileştiren yüzü üzerine) İnsanın eline minicik bir kıymık batsa, canı orada toplanır. O küçücük acı, bedenin tüm dikkatini tek bir noktaya taşır.
Bir çocuğu susturmanın en kolay yolu artık "kucağa almak" değil, "tableti vermek."
Ah şu modern ilişkiler yok mu? Başlıyor gibi olup başlamayan, bitti sanırken yeniden dirilen, ne sevgili ne yabancı olduğunuz o garip ilişkiler… Her şey var ama bir şey eksik: netlik.
Toplum olarak özür dilemeyi hâlâ bir zayıflık göstergesi sanıyoruz. Oysa "özür dilerim" demek, kişinin hem kendiyle hem de vicdanıyla yüzleşmesidir.