SON DAKİKA

Türkiye gündemi ve gerçekler-3

En çok da yağmur yağdığında seviyorum bu şehri. Herkesin yüzü ıslak, başı öne eğik, sanki herkes suçunu kabullenmiş gibi…

Victor Hugo, yağmur yağdığında penceresinden Paris sokaklarına bakarken söylemiş bu sözü. 

Ne garip ki geçenlerde yağmur yağarken penceremden baktığımda, ben de aynı şeyleri hissettim.

Herkes her şeyin farkındaydı ancak 3 maymun oyunu sahneleniyordu, sanki…

Bu hafta ülkemizde ki suç olaylarının inanılmaz artışı, kadınlara olan şiddetin yarattığı güvensizlik ortamında yaşamaya mahkum insanlarımızın, isyanını yazmak istedim.

Peki, nasıl oluyordu da şiddet toplumun her kesiminden insanları bu kadar kolayca esir alabiliyordu?

Suça karşı verilecek cezalar eğer caydırıcı değilse, hapse giren bir süre sonra elini kolunu sallayarak dışarı çıkabiliyorsa, suça meyilli insanların kendine özgüveni tabii ki artacaktı.

Hele de bu insanlar işsizse, hayatından bezmişse, eğitimsizse hiçbir şeyin düzelmeyeceğine olan inancı tamsa, her şeyi yapabilirler.

Kaybedecek bir şeyi olmayan insan için suç işlemek, kendisini iyi hissettirecek bir spora bile dönüşebilir.

Maalesef Kurtlar Vadisi ile başlayan süreçte, Aile, Çukur, İnci Taneleri dizileri gibi onlarca dizi sayabilirim size.

Halen dizilerin, filmlerin %80’ninde insanların bilinç altına pompalanan tek şey eğer bir adaletsizlikle karşılaşırsan bunu kendi silahın ve kaba kuvvetinle çözebilirsin. Hatta bu dizi karakterlerini, adaleti sağlayan, mert, aşık olan, aile babası özellikleriyle donatıp şirin hale getiriyorlar. 

Tamam da, bu insanların arka planda yaptığı kanunsuz işler ne olacak?

Yani hiçbir işte çalışmayıp, saray gibi çiftliklerde yaşayan en son model arabalara binip her yere koruma ile giden bu mafyatik kahramanlar, parayı nereden buluyor?

Elbette ki namusuyla bir şirkette maaşla çalışarak değil. Yasa dışı kumar, bahis, uyuşturucu kaçakçılığı, fuhuş gibi işlerden…

İşte o zaman asgari ücretle çalışıp aslında hiçbir zaman izlediği o dizi kahramanları gibi yaşayamayacağını anlayan gençler, kendileri bir araya gelip organize olarak, idollerinin dizilerde yaptıklarını gerçek hayatta uygulamaya çalışıyorlar. 

Ancak sonuçlarını, maalesef çoğu zaman Show haberde akşamları izliyoruz. Ya da gazetelerin ucuz, üçüncü sayfa haberlerine malzeme oluyorlar.

Peki o zaman asıl sorumuza gelelim, Avrupa bizi neden kıskanıyor?

İnsan hakları konusunda sonlarda olduğumuz için mi?

Asgari ücretin, tüm çalışanlara oranı %70’e yaklaştığı için mi?

Emeklilerimiz 10 bin TL alırken sıradan bir evin kirası 15 bin tl olduğu için mi?

Avrupa’nın en büyük adalet sarayı (mahkeme) binasını yaptığımız için mi?

Ceza evlerinde 300 binden fazla suçlusu ile Avrupa’da birinci sırada olduğumuz 

için mi?

Sırf Avrupa birliğinden para alıp onlara hoş gözükmek için Hollanda, Danimarka, İsveç, Norveç, Finlandiya gibi ülkelerin nüfuslarından daha fazla mülteciyi, üçüncü dünya ülkelerinden gelen ne olduğunu bilemediğimiz insanları, ülkemize kabul ettiğimiz için mi?

En iyi liselerden mezun olan genç zeki çocuklarımız ülkemizde ki üniversiteleri değil de bizi kıskanan Avrupa’daki diğer ülkelerin üniversitelerini tercih ettikleri için mi?

Her yerde devasa şehir hastaneleri var ancak gittiğinizde size bakan doktorların yeni mezun ve tecrübesiz olduklarını görüyorsunuz. Acaba bu genç doktorların hocaları hangi ülkeleri gittiler?

Bu ülke giderek daha yaşanmaz hale geliyor. Sorunlar çözülemiyor, bunun en büyük sebebi, toplumun büyük bir kesiminde derin bir parasızlık ve fakirliğin hakim olması.

Bu durum beraberinde aceleci tahammülsüzlükleri getiriyor. Kimsenin kimseye toleransı yok. 

Çünkü, içten içe hiçbir şeyin düzelmeyeceğine olan inancın vermiş olduğu öğrenilmiş bir çaresizlik öfkesi hakim, toplumun her kesiminde.

Herkes, her şeye öfkeli…

Ve bu öfkenin, ülkenin tamamına sirayet edecek bir iyileşme yaşanmadan, düzeleceğine inanmıyorum, maalesef.

Son tahlilde bu hafta ki yazımı Tolstoy ile bitirmek istiyorum:

“İnsan; dün, bugün ve yarının kavgasını ayırmaya çalışırken hayatını kaybeden, zavallı bir yolcudur…”