Ortadoğu'nun sancılı toprakları
ABD'nin Ortadoğu üzerinde İngiltere'den devraldığı sömürge imparatorluğunun 19. yüzyıldaki ayak izleri, entrika oyunları, özgürlük ve insan gibi yaşam hakkı hayalleriyle Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içindeki Arap kavimleri nasıl kandırılmışsa, günümüzde de benzer durum yaşanmaktadır. Kendilerine özgürlük vaadiyle, toprakların yeni efendilerinin yöre halkı olacağı yalanı yüzyıllardır sürdürülerek, bölge insanları kapitalizmin sömürü düzeni altında yaşamaya mahkûm edilmiştir. Bölgenin enerji kaynaklarını ele geçiren ve hedefini daha da büyüten ABD, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı kontrol altına almak istemektedir.
İsrail ise adeta bölgenin sahibi gibi hareket etmektedir. Son günlerde Gazze'ye yönelik saldırılarına baktığımızda bunu net olarak görebiliriz. İstediği kadar ve istediği şekilde Müslüman kıyımına devam eden İsrail'i durdurabilen var mı? İsrail, bu karmaşık bölge içinde, refah içinde hayatına devam ederken ABD, Irak savaşıyla bütün petrol bölgelerine el koymuş ve global şirketleri aracılığıyla ticaretini sürdürmektedir.
ABD, Suriye muhalefetine destek vermiş ve vermeye devam etmektedir. Görünen o ki, ABD, Suriye yönetimini devre dışı bırakmak, Irak'taki yönetimi tasarlamak ve diğer İslam ülkelerini tarafına çekmek için Arap Baharı'ndan bu yana "böl, parçala, yönet" stratejisini uygulamaktadır. Küçük devletçikler oluşturarak, bölge halkının kendi ayaklarının üzerinde duramayacağı, Batılı şirketlerin kontrolünde modern köleliğe dayalı, Batı'ya bağımlı uluscuklar yaratma hedefini gütmektedir. ABD'nin PYD'ye yönelik açık destekleri bu açıdan oldukça manidardır.
Suriye'deki muhalif güçlerin topraklarındaki terör unsurlarına fırsat vermeyeceğini ABD yöneticileri de bilmektedir. Ancak bölgedeki etnik çatışmaların artmaması dileğiyle, muhalif güçlerin oyuna gelmeden feraset göstermeleri ve Türkiye gibi güçlü bir devletin bürokratik desteğini almaları kritik bir noktadır.
Muhalifler çoğunlukla örgütsel menfaatler için çatışırken, ABD ise kendi menfaatleri için mücadele etmektedir. Geniş bir perspektiften bakıldığında, ABD'nin dünyadaki görüntüsü adeta bir "terör devleti" şeklindedir. Dikkat edilirse, ABD önderliğindeki savaş ve işgaller, İslam topraklarında ve Müslümanlara yönelik gerçekleşmektedir. İşin acı tarafı, bu fitne ve kaos ortamında vuran da vurulan da Müslüman; ölen de öldüren de Müslüman’dır. İşgal eden de edilen de Müslüman coğrafyasıdır. Arap Baharı sonrası, IŞİD bahanesiyle oluşturulan ABD yönetimindeki Sünni blok, halkı Müslüman olan İslam ülkelerinden oluşmaktadır. ABD, tüm bunlara rağmen, "Bizim savaşımız İslam’a karşı değil" diyerek algı yönetimiyle projesine devam etmektedir.
Suriye'de Esed rejimiyle birlikte hareket eden İran destekli gruplar arasında Fatimiyyun ve Zeynebiyyun Tugayları öne çıkmaktadır. İran ordusu, 2011'de Suriye'de patlak veren iç savaşta rejime destek vermek için tamamı Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı'nı kurmuştur. Zeynebiyyun Tugayı'nın üyeleri ise mezhep ya da siyasi nedenlerle Pakistan'dan ayrılan, İran'da Kum ve Meşhed gibi şehirlerde medrese eğitimi alan Pakistanlı Şiilerden oluşmaktadır. Bu gruplar, sahada İran Devrim Muhafızlarının komutanları tarafından yönetilmektedir.
Bölgede azılı rakip gibi görünen İran, ABD ve Rusya, Suriye'de adeta birlikte hareket ederek, bölge insanına rejim güçleriyle beraber yıldırma politikası uygulamaktadır. Bilinen bir hikâyede, siyah kukuletalı, siyah elbiseli adamlar, tuzağa düşen filleri günlerce aç bırakır; başlarına, yüzlerine ve bacaklarına çelik kancalarla işkence ederlerdi. Fillere açlık ve korku dayanılmaz hale geldiğinde, aynı adamlar bu kez beyaz elbiselerle gelip filleri kurtarır ve tedavi ederlerdi. Filler, hayatlarını beyaz elbiseli adamlara borçlu olduklarını düşünüp ömürlerinin geri kalanında onlara itaat ederlerdi. ABD, bu taktiği Suriye'deki muhaliflere de uygulamaktadır.
Müslümanların feraset sahibi olmaktan başka bir çareleri yoktur. Yüzyıllardır devrimleriyle, reformlarıyla sırtlan yüzlerini gizleyerek toplumları kemiren sömürgeci güçler, bugün de aynı yöntemlerle hareket etmektedir. Tıpkı Kristof Kolomb’un 1492'de Amerika kıtasına ulaşmasından sonraki beş asır boyunca Kızılderililere karşı uygulanan soykırımlar gibi, Siyonizm'in son temsilcisi İsrail de Filistin ve Gazze'de tüm dünyanın gözü önünde vahşice katliamlar yaparak tarihe silinmeyecek izler bırakmaktadır.
Suriye halkı gibi kendi ayakları üzerinde bağımsız hareket etmek isteyen, özgür ve kendi iradesiyle yaşama hakkını elinde bulunduran tüm milletler, tarihten ders almak zorundadır. Bağımsızlık, kendi kendine yeterliliğin bir ön koşuludur ve bu; finansal istikrar, kişisel gelişim, yaratıcılık ve mutluluk için hayati önem taşır. Ekonomi, fiziki güvenlik ve siber güvenlik gibi alanlar, 21. yüzyılda bağımsızlığın temellerini oluşturmaktadır.