Ormanlar yanıyor, Türkiye uyanmalı
Bu sadece bir yangın değil; geleceğimizin sessiz çığlığıdır. Eskişehir'de çıkan orman yangınını söndürmeye çalışırken hayatını kaybeden 10 kahramanımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Yeşile sahip çıkan, ormanını korumak uğruna canını veren bu insanlar, sessiz sedasız bir vatan savunması verdiler. Türkiye'nin başı sağ olsun
Ancak artık şu gerçeği görmek zorundayız: Bu yangınlar sıradan doğa olayları değil. Birleşmiş Milletler destekli raporlarda, Türkiye’nin 2030 yılında yüzde 88 oranında çölleşeceği öngörülüyor. Bu, basit bir iklim tahmini olamaz. Bu kadar net konuşmaları, bir şeylerin önceden planlandığını düşündürüyor.
Yangınlar tesadüf müdür?
Bugün hava koşullarına müdahale edilebilen teknolojiler sır değil. Yapay yağmur yapılabiliyor, sıcaklığa da müdahale edilebilir. HARP gibi projeler sadece depremle ilgili değil; iklimi, havayı, doğayı değiştirme gücüne sahip. Türkiye’nin dört bir yanında aynı dönemlerde çıkan yangınlar tesadüf müdür?
Sakarya, Bilecik, Eskişehir, İzmir, Tekirdağ… Adeta Türkiye yanıyor. Ancak medya bu yangınları sıradan bir yaz haberi gibi sunuyor. “Piknikçiden çıktı” ya da “izmaritten çıktı” gibi açıklamalarla halkın aklıyla alay ediliyor. Oysa biz ormanda bağıra bağıra can veren hayvanların çığlıklarını duyduk. Yanarak can veren onca canlı, sessizce yok edilen bir ekosistem… Bu yangınlarda yalnızca ağaçlar değil, vicdanlarımız da yanıyor.
Çam değil, zeytin ağaçları dikilmelidir
Bugün bu yangınların arka planına bakarken, geçmişte yapılan yanlışlara da dikkat çekmek gerekiyor. 1950’li ve 60’lı yıllarda, Türkiye’de zeytinliklerin yerine çam ağaçlarının dikilmesi tercih edildi. Bu, Batı’dan alınan ormancılık modellerinin bir sonucuydu. Bir zamanlar köylünün rızkı olan zeytin ağaçları, “verimsiz” veya “ekonomik değil” denilerek kesildi ve yerlerine hızlı büyüyen ama yanmaya daha elverişli olan çam ağaçları dikildi. Bu tercihler ekolojik dengenin bozulmasına, yangınların daha kolay yayılmasına zemin hazırladı. Zeytin ağacı, Anadolu’nun öz evladıdır; dirençlidir, bereketlidir, yüzyıllar boyunca bu toprağa hem gölge hem ekmek olmuştur.
Şimdi ise yapılması gereken çok nettir: Yanan ormanlık alanlara yeniden çam değil, zeytin ağaçları dikilmelidir. Çünkü zeytin ağacı sadece toprakla değil, kültürle de kök salar. Kuraklığa dirençlidir, toprağı tutar, yangına karşı daha dayanıklıdır. Bu topraklara yeniden hayat vermek istiyorsak, bunu zeytinle yapmalıyız.
Millet olarak yangın sonrası yardıma koşuyoruz, ama mesele yangın çıktıktan sonra değil; yangın çıkmadan önce önlem almaktır. Devletimiz, Millî İstihbarat Teşkilatını devreye almalı; sabotaj ihtimali ciddi şekilde araştırılmalıdır. Ormanlarımız, sadece doğal alanlar değil, aynı zamanda stratejik güvenlik bölgeleridir.
Bu kadar sistemli, bu kadar yaygın yangınların arkasında bir irade, bir hesap olduğunu artık görmezden gelemeyiz. Türkiye’yi kuraklığa, susuzluğa ve çaresizliğe sürüklemek isteyen bir akıl iş başında olabilir. Bu nedenle mesele yalnızca çevre meselesi değildir; bu, doğrudan bir beka meselesidir.
Devletimize düşen görev nettir: Yangınları sadece söndürmekle kalmamalı, sebeplerini derinlemesine araştırmalı, önleyici istihbarat ve teknolojik kapasiteyle ormanlarımızı korumalıdır. Bu toprağı savunmak artık sadece sınırda değil, ormanda da mümkündür. Çünkü orman gitti mi; yağmur da gider, su da gider, hayat da gider.
Biz bu ülkeyi yangınla değil, bilinçle savunmak zorundayız.