SON DAKİKA

Ne olmak istiyorsun?

Bu soru öyle sihirli bir soru ki; iç sesinizle kendinize sorun, sizden yaş olarak küçük birine, tam da üniversite tercihlerinde son düzlükteyken, sorun… Ama bence hayatımız boyunca dengemizi ve yönümüzü kaybettiğimiz anlarda kendi kendimize sormamız gereken en önemli sorudur.

Evladınız bile olsa karşınızdaki önce kendine sormalısın bence… Neden mi? Artık hepimiz biliyoruz ki çocuklarımız bizim söylediklerimizden çok yaptıklarımıza bakarak şekilleniyorlar. Yani onlar bizim aynalarımız… Şimdi diyebilirsiniz bu yazı da nereden çıktı? Hani sen pazarlama parçalıyordun… Ama pazarlamayı hayatın her alanına koyabilirsiniz diyen de benim…”Ne olmak istiyorsun?” sorusu kendimizi tanıyabilme sorusudur ki pazarlama için iş verenlere, yöneticilere önerdiğimiz en önemli noktalardan biridir. Bir başka yazımda bunu yine ele alabilirim.

Toplum içerisinde nasıl da şartlandırılıyoruz aslında. Rollerimiz bize nasıl da ezberletiliyor dimi? Bunu yapanlarda aslında bize bizi ne kadar çok sevdiklerini söyleyen insanlar. Çoğunlukla da aile bireylerimiz. Ama ne trajikomik bir durumdur ki, biz de bunu bizden sonra gelen nesillere ve biz de kendisini ne kadar çok sevdiğimizi söylediğimiz insanlara söylüyoruz. Yani demem o ki; söylemek yerine dinlesek, gözlesek, sorsak…Aslında ne çok şey değişecek; hem gerçekten çok sevdiğimiz o insanların hayatlarında hem onlarla olan ilişkilerimiz de hem de mikrodan makroya toplum yapısında.

Şöyle bir düşünelim; “ne olmak istiyorsun?” sorusunu en son ne zaman duydunuz? Kuvvet ile muhtemel çocukluğunuzda…Karşınıza geçen teyze ya da amcaların sormaktan pek bir keyif aldıkları ve verdiğiniz cevaplara da genellikle pek bir keyifle güldükleri sorudur. Aslında ne önemli sorudur ve hayatımız boyunca bu soruyu kendimize sormayı bıraktığımız için çevremiz ve toplum tarafından bizlere biçilen rolleri “uslu uslu” yerine getirdik ama en önemlisi biz kendimizi tanıyamadık. Kendimizi tanıyamayan bizler iş veren olduk yönetici olduk iş görenlerimize ne yapmaları gerektiğini söyledik; abi olduk abla olduk kardeşlerimize küçük birer anne ve baba edasıyla akıllar verdik; anne baba olduk çocuklarımıza akıl vermekle kalmadık, ne de olsa onları biz dünyaya getirdiğimiz için, onları kendilerinden bile daha iyi tanıyanlar olarak dayatmalarımıza maruz bıraktık. Ama elbette tüm bunları “karşımızdakinin iyiliğini düşündüğümüz için” yaptık.

Fakat göz ardı ettiğimiz durum karşımızdaki kim olursa olsun bizim onlar için ağzımızdan çıkandan çok, hayat içerisindeki duruşlarımıza bakacak olmaları. Dikkat ederseniz burada sahip olduğunuz meslek, ev, iş, maddi durum demedim, hayat içerisindeki duruşunuz dedim. Belki çok klişe olan ama anlamına çok da önem vermeden kullandığımız “ne yaparsan yap severek yap” sözünü ihmal ettik. Karşımızdaki insanların bizleri hayatta “iyi” şeyler başarmış olarak görmeleri için büyük büyük okullar, prestijli meslekler, yüksek ücretler, pahalı eşyalar kullanıyor olmamız gerekmiyor. Elbette bunlar kötü şeylerdir demiyorum. Ama burada demek istediğim, hepimizin bildiği gibi hayatta herkes her şeye sahip olamayabilir. Önemli olan ne olmak istiyorsun? “Onu” olabilmek için ne yapmak istiyorsun? Ve bunun için ne kadar çaba sarf ediyorsun? İşte çevremizde “iyi niyetle” nasihatler vermek istediğimiz kişiler bizde tüm bunları gözlemliyor olacaklar. Evet siz kendi kendinize “ben çalışmak istemiyorum, evde oturmak istiyorum” diyebilirsiniz ama çevreniz tarafından “çalışmıyor ama şu konuda ne kadar da yetenekli, kendini geliştirmiş, azimli, iyi” gibi sıfatlarla değerlendirilmek istemelisiniz. İstemelisiniz ki karşı tarafa vereceğiniz öğütler bir karşılık bulabilsin. 

Aslında bu yazıya başlarken iki tane varmak istediğim nokta vardı. Müsaadenizle şimdi onlara geri dönmek istiyorum. 

İlki, hayat yolculuklarımızda her zaman bir hedefimiz olmalı. Çünkü hedefi, amacı olmayan insan kanımca daha çabuk tükenmektedir. Bu hedeflerimiz her zaman büyük olmak zorunda değildir. Ailede her zaman en iyi çorbayı yapan kişiyizdir; alışverişlerde hep en uygun fiyata en kaliteli ürünü bulabilen kişiyizdir; çok güzel çiçekler yetiştirebiliyoruzdur; verilen sorumlulukları en iyi şekilde yerine getirebiliyoruzdur; macerayı çok seviyoruzdur, bütçemizi en iyi şekilde kullanarak harika geziler yapıyoruzdur; hastalarıyla çok iyi iletişim kurabilen bir doktoruzdur; akademik olarak çok başarılı bir grafiğimiz vardır gibi gibi… Ama hepimiz zaman zaman, özellikle de hayatın bizi sık boğaz ettiği yani sınadığı zamanlarda durup kendimize “ben ne olmak istiyorum?” “ben ne yapmak istiyorum?” demeliyiz ve gerekirse gemileri yakmaktan yönümüzü değiştirmekten ya da yönümüze çeşitlilik katmaktan çekinmemeliyiz. Unutmayın! Ölene kadar hiç birşey için geç değildir.

İkincisi, tam da üniversite tercihlerinin son demlerini yaşadığımız şu günlerde gelin buraya kadar yazdıklarımızı çocuklarımızda tatbik edelim. Onları kendi hayallerimiz, hedeflerimiz için sık boğaz etmeyelim. Elbette doğruyu yanlışı onlara göstermek bizlerin asli sorumlulukları ama gelin onları sık boğaz ederek mutsuz olmalarını, sonrasında bize rol yapmalarını kendi ellerimizle sağlamış olmayalım. Onları gözlemleyelim, dinleyelim bakalım kendilerini tanıma yolculukları nasıl sürüyor. Onlara en büyük iyiliği “ne olmak istiyorsun?”, “Ne yapmak istiyorsun?”, “Olmak istediğin şey için ne kadar çaba sarf ediyorsun?” diyerek kendi iç dünyalarını keşfetmelerinde onlara eşlik edelim. Böylelikle onlar doğuştan her insan evladının içinde barındırdığı cevhere ulaşabilsinler.