Konut sektörü nereye gidiyor?
Türkiye'de gerçekleşen büyümenin en önemli etkenlerinden birisi olan inşaat ve dolayısıyla gayrimenkul sektörü son dönemlerde beklentilerin altında ilerliyor. 2020 yılında salgının etkisiyle yaşadığımız kalıcı değişim hayatın her alanını etkilediği gibi gayrimenkul sektörünü de derinden etkiledi.
Bu etki sektörde hem tüketici tercihleri hem de finansal koşullardaki belirsizlik ve gelişmeler kanallarıyla yaşandı. Türkiye’de son dönemde ekonomik sıkıntıların artması ile birlikte ‘konut krizi’ yaşanmaya başladı. İnşaat sektöründe artan maliyetler, yeterli konut üretilememesi, konut kredisi oranlarının yüksekliği, ev sahiplerinin fiyatları yükseltmesi gibi unsurlar beraberinde yüksek kira artışların ada yansıdı. İnsanların yüksek enflasyonist ortamda parasının değerini korumak için konut talebinin artması neticesinde fiyatlar hızla yükseldi. Diğer taraftan gayrimenkul sahiplerinin ise kaosta mülkümü satacağım, yerine koyamayacağı düşüncesiyle arz da hızla azalıyor. Ancak talep olmasına rağmen rağmen inşaat maliyetlerdeki hızlı yükseliş, kamu bankalarının sunduğu kısıtlı imkanları hariç özel bankaların çok uzun süreden beri ‘konut üreten firmalara’ kredi vermiyor olması konut üretiminde sert düşüşe neden oldu.
Gayrimenkul sektöründeki belirsizlik birçok nedenin birleşmesi ile ortaya çıkmıştır. Hızla yükselen konut fiyatlarının sadece yabancı satışlara bağlamak hata olur, toplam satış içerisindeki payının %4-5 seviyelerinde kalan yabancı talebinin tüm ülkede konut fiyatlarını yukarıya çektiği doğru tespit olamaz. Diğer taraftan kredi faiz oranlarının yüksekliği ilk el konut satışlarına yansımaktadır. Son beş yılda toplam satış içerisinde ipotekli konut satışlarının payı %40 seviyelerindeyken günümüzde bu oran %20 lerin altına geriledi. Ev sahibi olmayı direkt olarak etkileyen bankacılık finansman modellerinin azalması konuta ulaşmayı her geçen gün daha da zorlaştırdı. Fiyat artışlarındaki temel etkenin inşaat maliyetlerindeki artış olduğu görülse de ev fiyatlarındaki artışın inşaat maliyetlerinden de hızlı yükseldiği görülmektedir. Bu noktada konut fiyatlarının sürekli artması endişesiyle toplum “bugün alırım yarın daha pahalı olacak" düşüncesiyle konuta yöneldi. Konut üretiminin ve stokların azaldığı günümüzde fiyatları yukarı yönlü baskı oluşturdu. Böylece, sadece konutlar için değil imar izni olan araziler de hızla değerlendi. Özellikle büyükşehirlerde arsa kıtlığının giderek arttığı görüldü.
Yeni konut üretimi zorlaştıkça kiraların yükselmesi kaçınılmaz oldu. Toplumun gelir seviyesi kısa vadede buna uyum sağlıyor gibi görünebilir ancak orta ve uzun vadede yüksek kira artışları sürdürülebilir değildir. Bu noktada evlerin küçülmesi veya paylaşılması ortaya çıkabilir. Avrupa başkentlerinde şehir merkezlerinde toplumun büyük çoğunluğu daha küçük evlerde yaşamaktadır. Hükümetin Toki ve belediyeler üzerinden yeni sosyal konut üretimine hız vermesi, özel sektör için arazi geliştirilmede önünün açılması, kentsel dönüşüm çalışmalarında sorunların ortadan kaldırılması, inşaat maliyetlerindeki artıştan konut üretiminin daha az etkilenmesi, atıl olarak duran ofis ve ticari gayrimenkul pazarının konuta dönüştürülmesi, bankacılık sisteminde konut kredilerinde istisnai özel çalışmaların yapılması, ilk kez konut sahibi olacaklara ayrıcalıklar tanınması gibi bir çok alanda iyileştirmeler ile sektörde de tekrar hareketlenme başlayabilir. Konutun insani bir ihtiyaç ve hak olmasının ötesinde ekonomik bir yönünün olduğu da unutulmamalıdır. Konut, başta inşaat sektörü ve buna bağlı pek çok sektör ile beraber ekonominin lokomotif sektörlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Bağlantılı sektörlere olumlu etkilerinin yanı sıra, emek yoğun niteliği ile iyi bir istihdam aracıdır. Dolayısı ile konut gibi çok yönlü bir yapının ve buna dair politikanın ekonomi açısından da önemli bir kamu politikası alanıdır.