Kararı kim veriyor, tüketici mi algoritma mı?
Sevgili okuyucularım sizlere bu hafta ki yazımda dijital dünyanın sunduğu kişiselleştirilmiş deneyimlerin, özgür irademizi nasıl da sorgulattığından kısaca bahsedeceğim.
Algoritmaların hayatımıza nasıl yön verdiğini ve aslında kararların kime ait olduğunu tartışacağım. Günümüzde çevrimiçi alışverişten sosyal medya etkileşimlerine, haber tüketiminden flört uygulamalarına kadar neredeyse her alanda algoritmaların görünmez ama etkili dokunuşlarını hissediyoruz. Peki gerçekten kararlarımızı biz mi veriyoruz, yoksa algoritmaların gölge oyununa mı kapılmış durumdayız?
Bu sorunun yanıtı hem düşündürücü hem de hayli çarpıcı. 2023 yılında McKinsey & Company tarafından yapılan bir araştırmaya göre, tüketicilerin %76’sı çevrimiçi alışverişlerinde algoritma tarafından önerilen ürünleri tercih ettiklerini belirtmiş. Üstelik bu oran, sadece ürün değil, izlenecek dizi, okunacak haber ve hatta tatil rotası seçimlerinde de benzer seviyelerde. Artık “beğenilerimiz” bizim değil, makinenin beğenilerine göre şekilleniyor.
Netflix’in 230 milyondan fazla abonesi var ve her kullanıcıya özel içerik öneriyor. 2024 itibariyle Netflix’in izlenme süresine dayalı algoritması, kullanıcıların toplam izleme zamanının %80’ini yönlendiriyor. Yani izlediğimiz dizilerin büyük bir kısmını biz değil, Netflix’in algoritması seçiyor. “Senin için önerilenler” bölümü bir nevi dijital kaderimiz haline gelmiş durumda.
Bu sadece eğlence sektörüyle sınırlı değil. Spotify dinleme alışkanlıklarımıza göre listeler hazırlarken, Amazon önceki alışverişlerimizi analiz ederek “sıradaki ihtiyacımızı” tahmin ediyor. Facebook ve Instagram algoritmaları ise hangi içeriğe ne kadar süre bakacağımızı ölçerek, karşımıza çıkacak sıradaki gönderiyi belirliyor.
Algoritmalar, farklı tercihlere hitap ettiğini iddia eden kişileri bile aynı havuzda topluyor. Cambridge Analytica skandalı bunun en çarpıcı örneğiydi. 2016 ABD Başkanlık Seçimleri sırasında, sosyal medya kullanıcılarının kişilik profilleri çıkarıldı ve onlara özel, hatta manipülatif içerikler sunuldu. Sonuç: milyonlarca insan, kendi özgür iradesiyle karar verdiğini düşünerek algoritmanın yönlendirmesine kapıldı.
Bir başka dikkat çeken örnek, Amazon’un “anticipatory shipping” (önceden tahminli kargo) sistemi. Şirket, algoritmalar yardımıyla hangi ürünün nerede, ne zaman sipariş edileceğini tahmin edip, o ürünleri ilgili lojistik merkezlerine önceden gönderiyor. Yani siparişi biz vermeden önce ürün yola çıkmış oluyor. Kim karar veriyor gerçekten?
2024 verilerine göre, dünya çapında dijital reklam harcamalarının %85’i programatik reklam sistemleriyle, yani algoritmalarla yönetiliyor. Reklamverenler, insan sezgilerine değil, makine öğrenmesine yatırım yapıyor. Google ve Meta gibi şirketler, kullanıcı davranışlarına göre hedefli reklamlar sunarak, tüketim kararlarını şekillendiriyor. 2023 yılında Google reklam algoritması üzerinden gösterilen reklamlardan elde edilen gelir 237 milyar doları geçti. Bu, tüketicinin değil, algoritmanın ekonomik gücünü gösteren bir başka veri.
Bir yandan zamandan tasarruf ediyor, kişiselleştirilmiş deneyimlerle karşılaşıyoruz. Ama diğer yandan, dijital baloncuklar içinde, bize sunulanla sınırlı bir dünya algısı geliştiriyoruz. Sosyal medya algoritmaları sayesinde sadece kendi görüşlerimize yakın içeriklerle karşılaşıyor, düşünsel anlamda tek sesliliğe doğru kayıyoruz. Bu, bireysel karar verme gücümüzü değil, aynı zamanda demokratik katılımı da tehdit ediyor.
Peki çözüm nedir?
Algoritmalar hayatımızdan çıkarılamaz, ama bilinçli kullanım mümkündür. Dijital okuryazarlık bu noktada hayati önemdedir. Tüketiciler olarak önerilen içeriği sorgulamak, kaynak çeşitliliğine yönelmek, alışverişlerde farklı platformları incelemek, bizi “daha özgür” kararlar veren bireyler haline getirebilir.
Ayrıca şeffaflık çağrıları da artıyor. Avrupa Birliği’nin 2024’te yürürlüğe giren Dijital Hizmetler Yasası, algoritmaların nasıl çalıştığını açıklama zorunluluğu getirdi. Kullanıcılara, içerik önerilerinin neden ve nasıl yapıldığına dair bilgi sunulması artık bir yasal zorunluluk. Bu da algoritmalar karşısında daha güçlü bir tüketici profili oluşmasına katkı sağlayabilir.
Karar sende ama gerçekten sen misin?
Algoritmalar artık sadece tüketimimizi değil, düşüncelerimizi, duygularımızı ve seçimlerimizi yönlendirebiliyor. Ancak kararın kime ait olduğu sorusu hâlâ bizim elimizde. Tüketici olarak farkındalık seviyemizi artırmak, sadece dijital platformlarda değil, tüm yaşam alanlarında daha bilinçli seçimler yapmamız için en güçlü savunmamız.
Belki de bir sonraki alışverişinizde, sadece algoritmanın önerdiğine değil, kendi aklınızın pusulasına da kulak verin.