İnsanlığın yolculuğu ve Ortadoğu'daki değişim
İnsanoğlu, yaradılışı gereği istek ve arzuları bitmeyen; nefsi, hep zirvede olan; akıl, irade ve nefis özellikleriyle diğer canlılardan ayrılan bir varlık olarak yaratılmıştır.
Aklı sayesinde iyiyi ve kötüyü ayırt edebilme yetisi, seçme ve karar verme becerisiyle gelişen insanoğlu, dünya üzerinde hakimiyet kurmuş; medeniyetler ve icatlar geliştirerek insanlığın ilerleyişini sürdürmüştür. Ancak insanın bu dünyaya gelişindeki asıl amacı, neden yaratıldığını ve bu yaratılışın gayesini anlamaktır.
Taş Devri'yle yolculuğuna başlayan insan, aklı ve merakı sayesinde yeryüzünde yaşamak için keşifler yapmış, hayat yolculuğunda Yaradan'ın kendisine bahşettiği ömür sermayesi kapsamında binlerce yıl yaşamaya devam etmiştir. Ancak son yüzyılda toplumsal gelişmelerin hızlanmasıyla birlikte insanoğlu, bencil, fırsatçı ve kendi kimliğinden uzak bir hal almıştır. Bu dünyadan hiç gitmeyecekmiş gibi hırsla hareket eden insanlar, maddi ve manevi kayıplar yaşayarak öz benliklerinden ve hedeflerinden uzaklaşmaktadır.
Ekonomik fırsatçılık, alın teri dökmeden kısa yoldan zengin olma hayalleriyle halkın cebindeki kuruşlara göz diken çıkarcılar, maalesef ekonomik terör uygulayarak toplumsal düzeni bozmakta ve piyasa ekonomisini felç etmektedir. Aynı şekilde, dünya üzerindeki zalim diktatörlerin bitmek bilmeyen toprak ve iktidar hırslarıyla mazlumların haklarını gasp etmeleri de onların zalimliklerini tescillemektedir.
Tarih boyunca toplumsal yönetim sistemleri, toplumların sosyal ve kültürel yapılarıyla şekillenmiştir. Devletin oluşumu, insanlık tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Tarımın ortaya çıkışı, mülkiyetin oluşumu ve korunma ihtiyacı, devlet kavramını doğurmuştur. Çağlar boyunca üretim ilişkilerindeki gelişim ve değişim, yeni devlet yapılarının ortaya çıkmasını sağlamış; her yeni devlet, kendisiyle uyumlu eğitim, hukuk ve askerlik gibi kurumları beraberinde getirmiştir.
21. yüzyılın son dönemlerinde bile demokratik olmayan, despot rejimlerle halkı baskı ve korkuyla yönetmeye çalışan siyasi yapılar varlığını sürdürmektedir. 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlayan ve “Arap Baharı” adı verilen halk ayaklanmaları, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da işsizlik, enflasyon, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve kötü yaşam koşulları gibi sorunlara karşı bir isyan olarak ortaya çıkmıştır. Bu süreçte, komşumuz Suriye’de 61 yıl süren baskıcı rejim, halkın uzun yıllar süren çetin mücadelesi sonucunda yıkılmıştır.
Arap Sosyalist Baas Partisi, 1963 yılında bir darbe sonucu yönetimi ele geçirmiş; Hafız Esad, 1970 yılında parti içi bir darbeyle ülkenin devlet başkanı olmuştur. Esad rejimi, halkın yaşam standartlarından uzak bir şekilde despot, baskıcı ve korkutucu politikalarla insanları sindirmiş, mazlum halkı çile ve işkencelerle yıpratmıştır. 2011 yılında başlayan iç savaş neticesinde milyonlarca Suriyeli, Türkiye’ye sığınmacı olarak gelmiştir. Türkiye, tarihinden gelen misafirperverlik anlayışıyla Suriyelileri “muhacir” olarak kabul etmiş ve uzun yıllar misafir etmiştir.
Suriye halkı, özgürlük ve demokrasi yolunda ilerlerken, bölgedeki terör örgütlerini yok etme planlarını uygulamaya çalışmıştır. Ancak İsrail, Golan Tepelerinden başlayarak Gazze, Filistin ve Ürdün topraklarında olduğu gibi fırsat kollayarak Suriye sınırlarına geçmiş ve işgal siyasetiyle insanlık dışı bir tavır sergilemiştir.
Yeni dönemde, Suriye rejimi sonrası muhalif gruplar, Rusya gibi güçlü bölgesel aktörlere rağmen birlik içinde hareket ederek özgürlüklerini kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, sosyal yardımlaşma ve dayanışma anlayışıyla, Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın’ın tarihi ziyaretinde de belirttiği gibi, muhalif gruplara ve Suriye halkına desteklerini sürdürmektedir. Türkiye, bölgedeki terör gruplarına karşı kararlılıkla mücadele etmiş, sınırlarını güvence altına almış ve muhalif gruplara vatanın kutsallığını aşılamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, bölgedeki rolüyle dünya sahnesinde güçlü bir aktör olduğunu ve tarih yazıldıkça dayanışmanın, birlik ve beraberliğin önemini bir kez daha göstermiştir.