George Orwell ile 1984 üzerine
George Orwell'in kült kitabı 1984, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır.
İngiliz edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olan George Orwell’ın dünya tarihine damgasını vuran 1984 romanı politik anlamda devrim niteliği taşıyan bir romandır.
Literatüre, Büyük Birader ve Düşünce Polisi gibi kavramları kazandıran ve günümüze kadar gelmesini sağlayan ünlü romanda politika ve beyin yıkama üzerine mükemmel bir konu işleniyor.
Örneğin özgürlük, iki kere ikinin dört etmesini söyleyebilmek olarak tanımlanıyor. Oysa romanda kahramanın dünyasında iki kere iki parti ne derse o dur.
Ayrıca farklı bir şey söylemek suçtur ve cezası ölümdür. İnsanlar onlara ne söylenirse inanmak ve yapmak zorundadırlar.
Evet bu biraz abartılı olabilir ancak 2021 yılına uyarladığımızda bizim tarafımızdan yapılan tüm tercihlerin gözlendiği ve kaydedildiği Big data ile romanda insanları tele ekrandan izleyen Big brother arasında bana göre rahatsız edici bir benzerlik bulunuyor.
Düşünsenize neyi beğenip neyi beğenmediğiniz ve buradan sizin yapacağınız siyasi tercihler. Her türlü sağlık bilginizin e-nabız gibi bir sistemde depolandığı ve hatta hangi ilaçları kullandığınızın bilindiği bir zamandayız. Kredi kartlarınızdan aldığınız her şey gittiğiniz her yer kaydediliyor.
Bütün bunların herkes için kullanılabileceği bir günde sistem istediği insanı mercek altına alabilir ve analiz edebilir.
Ayrıca baskıcı ortam ve dayatmalar şuan Dünyanın bütün ülkelerinde insanlara uygulanmak isteniyor.
Sistem, söz dinleyen, sorgulamayan sorun çıkarmayan ortalama insanı dayatmak istiyor sanki.
Zaman makinamı çalıştırıp bütün bunları yazarken aslında neleri kastetmek istediğini merak ediyorum Orwell’ın ve ölmeden 1 yıl önce tamamladığı 1984 kitabını bitirip imza günü düzenlediği bir kafede mola verdiği bir anı kollayıp yanına oturuyorum.
Kendimi tanıtıp elimdeki kahvelerin birini önüne koyuyorum.
-Üstadım, bu kitap inanılmaz farklı bana göre, aslında insanlara ne söylemek istedin bu biraz abartılı gibi duran gerçekliğin altına ne yatıyor?
-Aslında abartılı değil devletler yapabilselerdi eğer mutlaka böyle bir sistem kurarlardı. Zaten bir kısmını yapmaya çalışıyorlar. İnsanların vereceği tepkilerden çekinmeseler. Bu sistem devleti elinde bulunduran güç için en ideal yönetim biçimidir.
Bu kitabı yazarak, böyle bir tehlikeye karşı insanları çarpıcı bir şekilde uyarmak istedim sadece.
Gelecekte teknoloji ilerlediğinde bu anlattıklarımdan çok daha fazlası gerçek olacaktır.
Jules Verne’i düşün, kitaplarında anlattıklarından pek çoğu gerçekleşmedi mi?
-Peki, biz sıradan ancak duyarlı insanlar olarak ne yapmalıyız sence?
Gerektiği zamanda ve yerde sözde kanunlarla dayatılan kısıtlamalara, hak ihlallerine tepki vermeliyiz. Demokratik haklarımızı sonuna kadar savunmalıyız. Aksi takdirde bu romanda yer alan big brother sadece ismini değiştirecek ve karşımıza mutlaka çıkacaktır.
Duyarlı olmak, bilinçli olmak insanların ancak belli bir kültür seviyesinde ulaşabilecekleri mertebelerdir tabii ki…
Sadece inanarak ve söylenenleri yaparak bu seviyede insanların koyun gibi güdülmesi engellenemez.
-Üstadım ‘İnanmak istemiyorum, bilmek istiyorum…’ demek istiyorsun galiba.
-Evet, böylede söylenebilir ancak;
‘Ne okumak istediysem onu okudum ve onlardan, bana okulda öğrettiklerinden çok daha fazlasını öğrendim…’ dersem kendimi daha iyi ifade etmiş olurum.