SON DAKİKA
Kızılay masthead

Deprem riski neden yeterince ciddiye alınmıyor?

Bu soruyu sormak bile beni rahatsız ediyor ancak sosyolojik olarak incelenmesi gereken bir vaka aslında bu konu.

Bugün bu problemi yeterince ciddiye almayan aslında kim, onu anlamaya çalışacağız.

Önce bilim insanlarının görüşlerini inceleyerek başlayalım.

Yerbilimciler; İstanbul’da depremin mutlaka olacağını ancak zaman aralığı ve magnitüd aralığı vermek dışında, gün, saat ve dakika veremedikleri için bence hafife alınıyorlar.

Zira, Üşümezsoy Hoca dışında hiçbir yerbilimci İstanbul’da yıkıcı bir deprem olmayacak demiyor.

Bana göre, 1766 fay segmenti üzerinde batı yönlü Mw:6,7 yada doğu yönlü Mw:7,2 deprem olma ihtimali halen ciddiyetini koruyor en son İTÜ’nin Mw:6,2 depremi için yapmış olduğu ön değerlendirme raporu da bu riske karşı uyarıda bulunuyor zira 1766 fayı üzerinde 259 yıldır yıkıcı deprem olmuyor ve bu fayın kırılma periyodu 250-280 yıl aralığında. Yani aslında İstanbul’un hala gerekli önlemleri almak için zamanı var.

İnşaat mühendisi hocalar; İstanbul’un mevcut yapı stoğunun 1,2 milyon olduğunu bu binaların %70’inin 2000 yılı öncesi yapılan eski tip zemin etüdü olmayan mühendislik hizmeti almamış binalar olduğunu ancak bu yapı stoğunun 245 bin binasının, ağır hasar ve yıkım tehlikesi altında olacağını bu durumda yaklaşık 5 milyon insanın hayati tehlike altında olduğunu bu nedenle binaların deprem analizi yapılarak ya güçlendirilmesi gerektiğini ya da eğer güçlendirilemeyecek kadar kötüyse yıkılarak kentsel dönüşüme girmesi gerektiğini söylüyorlar.

Ekonomistler; olası İstanbul depreminin ülkenin ekonomisini çok zor durumda bırakacak şekilde bir hasara yola açabileceğini, 200 milyar doların üzerinde maddi kayıp yaşanacağını ayrıca Marmara bölgesinde bulunan ve ülkenin tamamının %40’ını oluşturan sanayinin de durma noktasına geleceğini vurguluyorlar.

İstanbul’da yaşayan vatandaşlar; evi riskli durumda olup ta müdahale edemeyecek kadar maddi durumu kötü olan vatandaşlar ise asgari ücret bandında bir para ile hayatta kalmaya çalıştıklarını binalarını güçlendirmek için hiçbir şey yapamayacaklarını söylüyorlar.

Devlet; mağdur olma riski olan vatandaşlara, gel sana uzun vadeli kredi vereyim, binanı kentsel dönüşüme sok ya da güçlendir ancak bu parayı faiziyle bana mutlaka geri ödemek zorundasın diyor.

Medya; anlık reyting peşinde. Artçılar devam ederken hocalara mikrofon uzatıp, artçılar bitince depremi tamamen rafa kaldırıp başka önemsiz konuları gündeme getirmekle meşgul, samimiyetsiz bir yaklaşım sergiliyor.

AFAD ve Kızılay; AFAD, depremin arama kurtarma kısmında aktif rol almaya çalışırken, bana göre personel sayısı ve ekipmanları yetersiz. Genelde halkı bilinçlendirmeye yönelik seminerler vermek istiyor ancak bu seminerlerde çök kapan tutundan öteye gidemiyor. Bu şekilde halkı bilinçlendirme çabası maalesef insanları çok fazla etkilemiyor. Çünkü asıl sorun yıkılma ihtimali olan deprem güvensiz binaların çokluğu.

Kızılay ise 6 Şubat depremlerinde ciddi anlamda imaj bakımından, bana göre yara aldı.  

Zira çadır kurmak, kan vermek ve çorba dağıtmak dışında genelde yardım toplamak için İBAN paylaşımlarıyla gündemde...

Bakınız, yukarıda saydığımız tüm paydaşlar aslında Devlet’in bir parçası ve bu koordinasyonu sağlayıp bu problemi çözmesi gereken mekanizma aslında Devlet’in tamda kendisidir. Ancak Devlet maalesef uzun zamandır bu sorunu çözmek yerine çözüyormuş gibi yapıp topu dar gelirli vatandaşların kucağına attığı için bu problem 1999 yılından sonraki süreçte hala çözülebilmiş değil.

Aslında devletin üst kademeleri de İstanbul’da yıkıcı bir deprem olacağının farkında zira, Kandilli, AFAD, İTÜ, İstanbul Üniversitesi, TÜBİTAK, ODTÜ, İBB Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü, JİCA gibi önemli tüm kurum ve kuruluşlardan devletin üst kademelerine anlık bilgi aktarımı yapılıyor.

Yani, benim bilip de Devlet’in üst kademelerinin ulaşamayacağı hiçbir bilgi olamaz.

O zaman, başta merak ettiğim soruyu tekrar etmek istiyorum, bu kadar çok bilinen parametre varken, İstanbul’un yıkıcı deprem riski neden hala yeterince ciddiye alınmıyor