Dolar $
32.95
%-0.01 -0
Euro €
35.9
%-0.21 -0.07
Sterlin £
42.46
%-0.28 -0.12
Çeyrek Altın
4144.88
%0.99 39.96
SON DAKİKA

Deprem konusunda sürekli aynı şeyleri yaparak farklı bir sonuç beklemek

25 yıl önceydi, yine böyle sıcakların bunalttığı bir yaz ayında, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, futbolcuların aslında çokta önemli olmayan hayatları, televizyon dizileri ve saçma sapan yarışmalar gibi önemsiz programların her akşam izlendiği enteresan bir dönemden geçiyorduk…

Sanki deprem olduğunda ölecek insanlar, Japonya’da, Hindistan’daydı ve biz bu hissi hiç üzerimize almak istemiyorduk. O zamanlar genç ve öfkeli bir mühendistim. Kabul edemediğim ve beni en çok öfkelendiren şeyin aslında böylesine önemli bir tehlikeyi koca bir şehir, koca bir ülke nasıl yok sayıyordu bunu aklım bir türlü almıyordu.

Jeoloji, jeofizik sanki Japonya ve Amerika’da okutulan ancak Türkiye için hiç de önemli olmayan mühendislik bölümleri gibiydi. Çoğu zaman kendimi sorguluyor başka ülkelerde ki deprem haberlerini yakından inceliyordum. Amacım aslında ülke olarak neyi ıskaladığımızı ortaya çıkarmak ve bunun üzerine gitmekti. Ancak bir süre sonra aslında devlet olarak depreme bakış açımızın, depremi önleme çalışmaları yerine, ölen ölsün kalan sağlar bizimdir olduğunu anladım. Türk milleti mağdur olanı hiçbir zaman yerde bırakmazdı hatta depremle ilgili konulacak her türlü vergiyi de öderdi.

Yani afet öncesi hiçbir şey yapma, afet sonrası Kızılay yardım toplasın ve yıkımın tüm faturası ek vergilerle ve vatandaştan toplanan bağışlarla finanse edilsin. Bakınız bu afet özürlü devlet anlayışı ile yolumuza devam ederken takvimler 17 Ağustos 1999 tarihini gösteriyordu. O günden sonra Türkiye mühendislik tarihi en büyük sınavlarından birini verecek ve sınıfta kalacaktı. 

Yıllarca depreme dayanıklı bina yapmaya çalışan inşaat mühendisleri o gün aslında jeolojik koşulların binalar için ne kadar önemli olduğunu, jeofizik parametrelerin aslında binaların yıkılmaması için ne kadar hayati olduğunu görecek ve zemin mekaniği, mühendislik sismolojisi bilgileri depreme dayanıklı yapı tasarımının önünü açacaktı. Elbette ki bütün bunların ciddiye alınması için resmi 17,800 gayri resmi 40 bin kişi hayatını kaybedecek ve 133 bin bina yıkılacaktı. Bakınız maalesef, bazı yanlışlardan dönmemizi sağlayacak çok önemli kırılmaların yaşanması için bu ülkede binlerce insanın ölmesi gerekiyormuş. Bunu 25 yıl önce tecrübe ettim. Ancak bu önemin oturması ciddi zaman aldı. 

Zira depremden hemen sonra Türkiye’de tüm kurumlar için alınacak jeofizik mühendisi sayısı sadece 4 kişiydi. Geçen 25 yılda yönetmeliklerde ciddi iyileştirmeler yapıldı. Şu an önemli bir mesafe alındı ancak 6 Şubat 2023 depremleri gösterdi ki yapılan tüm bu iyileştirmelerin paralelinde mevcut yapı stoğuna da müdahale edilmesi gerekiyordu. Mevcut binalar performans analizi yapılarak sınıflanmalı ve beklediğimiz depremlerde yıkılacak mı yoksa güçlendirilmesi mi gerekiyor bunların ortaya çıkarılması gerekiyordu oysa şu an gelinen son noktada bu binalar kimsenin umurunda bile değil. Seçimlerden sonra bazı şeyler değişir diye bekliyordum ancak hiçbir şey değişmedi. 

Devlet, ilçe belediyeleri kimse bir şey yapmadığı gibi vatandaşlarında bu binalara müdahale edecek maddi imkanları yoktu. Ülkemizde son iki yılda, gizli bir devalüasyon yaşandı enflasyon ENAG verilerine göre %150 ancak maliye bakanı da dahil devletin tüm kademeleri bu sonuçları yok sayıyor. Akşamları para ile tutulmuş gazetecilerin tartışma programlarında bu durumu savunmaları ise artık midemi bulandırıyor!

Depremin konuşulması ise maksatlı olarak susturuluyor Naci Hoca, Ahmet Ercan Hoca artık neredeyse hiçbir kanalda yoklar. Şimdi size asıl soruyu sormak istiyorum: Biz bu depremi hiç konuşmasak, hiçbir televizyon deprem haberi yapmasa, gazeteler yokmuş gibi davransa kısaca devletin her kademesi 3 maymunu oynasa, beklediğimiz deprem bu duruma çok içerleyip olmaktan vaz mı geçecek? Einstein yaşasaydı her halde şöyle söylerdi: Deprem konusunda sürekli aynı şeyleri yaparak farklı bir sonuç beklemek ahmaklıktır…