SON DAKİKA

Bulantı…

J.Paul Sartre'ın 1938'de anlatmaya çalıştığı bir histir, bulantı. Şimdilerde çoğumuzun, olup biten pek çok olaydan duyduğumuz rahatsızlığı, öğrenilmiş bir çaresizlikle kabullendiği, berbat bir his… Öğrencilerin okula gidememe hali, mesela…

Zaten sevmediği işini sadece yapmak zorunda olduğu için metrobüse bindiğindeki o an… 

Aslında aklından bile geçirmediği bir işe kendini kabul ettirmek için dil döktüğündeki o onur kırıcı his…

Öleceğini anladığın bir kronik hastalıkla verdiğin mücadelede kolunda serumla sırt üstü yatıp acı içinde tavana baktığındaki o kör nokta…

Büyük ideallerle öğretmenlik bölümünde okuyup bir gün sana verilecek bir sınıfhayaliyle yanıp tutuşurken, senin gibi yüzbinlerce kişinin de aslında bu işi hiç yapamayacağını anladığındaki o vazgeçme noktası…

Büyük hayallerle, yıllarca okuyup, nöbet tutarak ve kendinden ödün vererek icra etmeye çalıştığın doktorluk mesleğinde Covit-19’dan dolayı entübe edilip yoğun bakımda nefes almaya çalıştığındaki o an…

Haberleri her açtığında ilk verilen şehit haberlerinden sonraki suçluluk ve çaresizlik anı…

Yıllarca çalıştıktan sonra emekli olurda kurtulurum derken, ilk emekli aylığını eline aldığında aslında bu paranın 10 günlük ihtiyacını bile karşılayamayacağını anladığındaki aldatılmışlık duygusu…

Her gün farklı bir kanalda karşılaştığın çaresiz kadın cinayetlerini görmezden gelmeye çalışırken hissettiğin o utanç…

Deprem sonrası evi yıkılan insanların bir parça ekmek almak için kuyrukta bekledikleri o anda aslında göçük altında kalan ve ölen kaç kişi olduğunun henüz açıklanmadığı dakikalardaki çaresizlik…

Yolda yürürken karşılaştığın ve görmezden geldiğin, dilenen bir çocuğun, sana bir mendil vermeye kalktığında gözlerindeki o utangaç tavır…

Her gün o ya da bu sebeple insanları yanıltmaya çalışan ve aslında birbirlerinden çokta farklı olmayan siyasetçilerin, işsizlik, pahalılık gibi konulara hiç değinmeyip gündemi saptırdıkları zırvaları ile insanları meşgul ettikleri ana haber bülteni saatleri…

Aşıyı bir Türk bilim insanı çifti bulduğu halde, virüsün müsebbibi Çinlilerden aşı beklemek zorunda kalmak…

Afetleri önlemeye çalışmak için bir şeyler yapmayıp. Göçük altındaki insanların çaresizlik görüntülerinin hemen ardından iç burkan bir fon müziği ile İBAN numarası yayınlayan Kızılay amblemini gördüğüm an…

Acaba, J.Paul Sartre şuan İstanbul’da olsaydı ve bu konulardan bahsederken, kahvesini yavaşça fincanına doldurduğumda, o an hissettiğim bulantı haline karşılık, piposundan bir nefes çektikten sonra boğazdan geçen bir gemiye bakarak bana ne derdi?

Sanırım şöyle başlardı…

-Dostum, Serhat bu kitabı yazarken kahramanım Roquentin’de yaşadığım, dünyadaki pek çok kişiye ve yapılan yanlışlıklara duyduğum tiksintiyi anımsattın bana. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen sadece olaylar değişti ancak insanların verdiği tepkilerde bir iyileşme olmadı. Kitaplarımı okuyup karşılaştıkları yanlışlıklara tepki koyma cesaretini gösteren ve bana göre varoluşçu olan sarı yelekliler, şimdilerde Paris’te bizim verdiğimiz mücadeleye devam ediyorlar.

Ancak, sistemin onları zararlı, yok edilmesi gereken bir parazit gibi görmesini normal karşılıyorum.

-Dostum bana sorarsan, insanların konuşmalarını ve tepkilerini engellemek daha sonra toplumsal tepki patlamalarına neden olur. Bu nedenle özgürlükler kısıtlanmamalıdır.

Ve yapılan her şey halkın yararına olmalıdır.

Kısaca devletin varlık nedeni halkı mutlu etmek ve sorunlarını çözmektir…

Devlet insanlar için vardır…