SON DAKİKA

Albert Camus ile veba üzerine konuşmak;

Albert Camus 1947 yılında Veba romanını yazdığında elbette ki 2019 yılında Dünyanın başına bela olan Covit -19 ile bir bağlantı kurabileceğimi düşünmemişti. Ancak ben bu gün ısrarla bir bağlantı kurmaya kararlıyım.

Camus kendini varoluşçu olarak görmese de felsefe camiası onu Sartre ile olan çekişmelerinden her zaman farklı bir kategoride değerlendirmiştir. Üstelik Nobel ödülüne layık görüldüğünde henüz 44 yaşında olması da ilginç karşılanmıştı.

Veba romanı, Cezayir’in Oran kentinde geçer. Veba birden bire ortaya çıkan hızla çoğalan fare ölümleriyle başlar. Sonrasında insanlara da bulaşır ve kent karantinaya alınarak dış dünya ile bağlantısı kesilir.

Romanın kahramanı doktor ise veba sayesinde zamana karşı evrim geçirir. Yani başlangıçtaki doktor ile romanın sonundaki doktor artık aynı kişi değildir.

Artık zaman makinamı çalıştırıp Albert Camus’u bu güne getirmek ve pandemi sürecinde yaşadığımız değişimleri, ölüm korkusunu anlatmak istiyorum . Sitenin bahçesinde yürüyoruz kendisine süreci anlatıyorum. Maske takan ve birbiriyle selamlaşmamak için kafasını diğer tarafa çeviren insanları gösteriyorum.

Gülüşüyoruz.

-Üstadım, zaman değişiyor, insanlar değişiyor ancak problemler insanları sıkmaya bunaltmaya devam ediyor. Ne düşünüyorsun sence ne yapmalıyız?

-Dostum ‘Düşüş’ kitabımı okudun mu bilmiyorum ancak o kitapta ki en sevdiğim sözlerimden birinden bahsetmeden geçemeyeceğim.

‘İnsanlar, gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar…’

Maalesef değişmez bu yaklaşım, şimdi sen ne söylersen söyle ancak öldüğünde insanların dikkatini çekecektir.

Vebayı anlatırken elbette ki yaşanılanların insanları ölümle burun buruna getirmesini önemsedim ancak benim asıl peşinde olduğum şey insanların böylesine ciddi bir salgınla karşı karşıya kaldıklarındaki süreçte nasıl değiştikleri baskı altında neye dönüştükleri idi.

Şimdi size baktığımda kendini izole ederek toplumdan soyutlama ve içe kapanarak hastalanmadan hayatta kalabilme içgüdüsü üzerine ruhsuz, tatsız, tuzsuz bir süreci yürütmeye çalışıyorsunuz. Üstelikte salgın her yerde olduğundan kapanma ve tecritle dış dünyanın sizi destekleyerek hayatta kalmanızı sağlayabileceği bir ortamda yok. Aynı zamanda maddi anlamda hayatta kalabilmeye de çalışıyorsunuz.

Bu hem maddi hem de manevi anlamda çok karışık bir durum.

Oysa Veba kitabımda;

İnsanlar belli bir süre sonra alışır, uyum sağlar ve evrilirler…

Görüyorum ki tüm Dünya bu pandemik ortamı yaşıyor. Ancak Ülkelerin tamamında nüfusun %70’i aşılandığında kontrol altına alınabilecek. O zamana kadarda insanlar ölüm korkusuyla yaşamaya devam edecekler. Şuan dünyada ölüm sayısı 3 milyonu geçti ancak İspanyol gribinden yaklaşık 100 milyon insan hayatını kaybetmişti.

Sanırım insanlar özgürlüklerinin kısıtlanması ve bu belirsizlik ortamı yüzünden kendilerini köşeye sıkışmış hissediyorlar. Yoksa toplam dünya nüfusuna göre bu ölüm sayısı aslında çok fazla değil.

Bence ülkelerin gizlediği ve açıklamadığı pek çok sır devam ediyor. Bu bilinmezlik ve ölüm riskinin varlığı, kaygıyı hep diri tutması işte rahatsızlığın ana kaynağı bence budur.

Burada asıl irdelenmesi gerekse ülkelerin vatandaşlarına verdiği değerdir. 

Yani sıradan bir insanın hayatı o ülke için ne anlama geliyor?

‘Bir ülkeyi tanımanın bir yolu da, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakmaktır…’