SON DAKİKA

17 Ağustos 1999'dan bugüne neler değişti ve şu an ne yapmalıyız?

25 yıl önce bu gün, hayatın olağan akışı içinde sıradan bunaltıcı bir yaz günüydü. Jeofizik Mühendisleri odasının düzenlediği, Kocaeli depreme hazır mı sempozyumu üzerinden bir hafta geçmiş ancak basında 3.sayfa basit bir soygun haberi kadar bile yer bulamamıştı.

Jeofizik mühendisliği bölümünü bitireli 1 yıl olmuştu ancak depremin olma ihtimali ve binlerce insanın yok olma ihtimalinin ciddiye alınmaması beni çok öfkelendiriyordu. Jeofizikçiler gelecek felaketi biliyor olmanın manevi huzursuzluğuyla her fırsatta insanları, belediyeleri, bakanlığı uyarmalarına rağmen kimse durumun ciddiyetinden vazife çıkarmak istemiyordu… 

Kumburgaz’da yazlıkta geçirdiğimiz sıcak bir günün ardından akşama eve dönmüştük. Hava çok sıcak olduğundan bir türlü uyku tutmamıştı. Gece saat 03.02’de depremin ilk habercisi olan P dalgalarının binaya ulaşmasını hemen fark ettim yataktan fırlayıp karanlıkta avizeye baktığımda hafif sallandığını gördüm sonra derinden bir uğultu sesi gelmeye başladı. Binanın tüm demirleri adeta yerinden fışkırmamak için betonla pazarlık etmeye başlamıştı. Uğultunun şiddeti, binayı yıkmak isteyen depremin enerjisiyle birlikte artıp azalıyordu. Ellerimi evin kolonlarından birinin üzerine koyarak enerjinin büyüklüğünü anlamaya çalıştığım sırada adete ellerimi elektrik çarpmışçasına bir refleksle geri çektim. İşte beklediğimiz deprem gelmişti. Ne yapacağımı şaşırmış halde paniğe kapılmıştım. O an çöküp kapanmak ve tutunmak aklıma gelmiyor binanın ne zaman yıkılacağını düşünüyordum. Bir refleksle eşimi ve küçük oğlumu alıp masanın altına çöktüğümüzü hatırlıyorum. İçimdeki korku, açığa çıkan enerjinin gücü ve derinden gelen uğultuyla birleşip beni kendine hayran bırakmıştı.

Ancak tüm bu yaşanılanlar, 40 binden fazla insanın ölmesini engelleyememişti.

Sonrasında geçen 25 yılda neler değişti diye soracak olursanız?

Öncelikle ilk büyük değişiklik tüm yapılar için zemin etüdü yapılma zorunluluğunun yönetmeliğe girmesiyle başladı. Daha önce bina önem katsayısı 1’den büyük olan yapılarda ve çok katlı yapılarda üniversiteler tarafından yapılan isteğe bağlı zemin etütleri artık zorunlu hale gelmişti.

Hazır beton kullanılmaya başlandı ayrıca nervürlü donatı kullanılmaya başlanırken kolon ve kirişlerdeki etriye aralıkları sıkılaştırıldı. 

Yapı denetim sistemi kurularak binaların denetimi bakanlık adına yapı denetim firmaları tarafından yapılmaya başlandı.

Ancak maalesef bu sistemin ve yönetmeliğin oturması, uygulanması 2007’deki deprem yönetmeliğinden sonra tam randımanlı olarak çalışmaya başladı.

O halde, şu anki binalarda yaşanan problemler ve bizi bekleyen tehlike nedir?

Bakınız, 17 Ağustos 1999 depremi aslında İstanbul depremi değildi. Bu deprem literatüre Adapazarı – Gölcük depremi olarak geçti. Yani İstanbul’a 200 km. mesafede oldu. Bu depremin enerji karşılığı yerin 17 km. altında 133 adet Hiroshima’ya atılan atom bombası şiddetinde idi. Oysa şu an beklediğimiz deprem İstanbul şehir merkezine yaklaşık 20 km. mesafede ve 7,2-7,6 magnitüdü arasında bekleniyor ki bu depremde 7,4 magnitünde olsa, aynı enerjide bombaların bu defa 20 km. mesafede patlatılması anlamına gelecektir. Yani yıkım gücü, şehir merkezine yakınlığından dolayı inanılmaz artacaktır.

İstanbul’un yapı stoğu göz önüne alındığında yıkılma ihtimali olan bina sayısı yaklaşık 260 bin olarak öngörülmektedir. Her binada 5 daire olsa bu dairede toplamda 20 kişi yaşasa yaklaşık 5,2 milyon kişiyi etkileyebilecek bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Bu insanların %10’u hayatını kaybetse 520 bin kişi ölebilir. Bu felaketin mali tablosu ise yaklaşık 200 milyar dolar olarak öngörülüyor. Yani neresinden bakarsanız bakın hem maddi hem de manevi açıdan çok büyük bir felaket ihtimaliyle karşı karşıyayız.

Şu an yapılması gereken en acil müdahale ise öncelikli olarak zemini kötü olan ve 2000 yılı öncesi yapılmış olan eski tip binaların deprem analizinin yapılması gerekiyor. Bu analizler bize incelenen binaların güçlendirmeyle kurtulup kurtulmayacağını söyleyecek bu sonuca göre binalar ayıklanarak güçlendirilecek binalarla, yıkılacak binalar belli olacak ve İstanbul’da ciddi bir dönüşüm süreci başlayacak. Bu yazdıklarım yapılmadığı taktirde 25 yıl öncekinden çok daha büyük bir felaketle karşı karşıya olduğumuzu, üzülerek hatırlatmak istiyorum.