Sırların Sırrı kitabındaki yol, Spinoza'nın Tanrısına mı çıkıyor?
Kıymetli okurlarım son zamanlarda dünyada ve ülkemizde her şeyin kötüye gitmesi beni edebiyat ve felsefeye daha çok yaklaştırdı.
Bu nedenle bu haftadan itibaren 2026 yılında da devam edecek bir yazı dizisine başlamak istiyorum. Dünyada iz bırakmış bütün filozof yazarların adeta ölmeden önce insanlığa armağan ettikleri en önemli kitaplarını aslında neden yazdıklarını bize hangi mesajları vermek istediklerini hep beraber anlamaya çalışacağız. Bu yazı dizisini aynı zamanda dünyada ki tüm bu kötü gidişata karşı bir tepki olarak başlattığımı size itiraf etmek istiyorum.
Aslında geçmişte de tıpkı şu an olduğu gibi ciddi bir mücadele veriliyordu. Biz bu mücadeleyi filozofluk derecesine ulaşmış yazarların kaleminden anlamaya çalışıyoruz şu an. Kim bilir belki de şu anki yolculuğumuzda hayatın karanlık sokaklarında yürürken, bize sokak lambası olmalarına izin vermemizin vakti gelmiştir.
Dan Brown’un son romanı Sırların Sırrı, okurlarını Prag’ın puslu sokaklarından kuantum fiziğinin laboratuvarlarına taşırken, aslında yüzyıllar öncesinden gelen yankı uyandırıcı bir felsefi limana demir atıyor. Robert Langdon’ın bu kez peşine düştüğü "büyük sır", teolojik bir dogmadan ziyade evrensel bir bilinci işaret ediyor. Kitabın satır aralarında yükselen "Her şey birdir" çığlığı, bizi kaçınılmaz bir soruyla baş başa bırakıyor: 2025 yılının bu teknolojik gizemi, bizi Baruch Spinoza’nın 17. yüzyılda yasaklanan "Doğa-Tanrı" anlayışına mı götürüyor?
Spinoza, Tanrı’yı evrenin dışındaki bir sarayda oturan, ödül ve ceza dağıtan bir hükümdar olarak değil; evrenin ta kendisi, yani "Töz" olarak tanımlamıştı. Ona göre Deus sive Natura (Tanrı ya da Doğa), birbirinden ayrılamaz tek bir gerçeklikti. Dan Brown da romanında benzer bir yaklaşımla, insan beynini evrensel bir yayını yakalamaya çalışan bir "anten" olarak betimler. Bu metafor, Spinoza’nın insanın Tanrı’nın (Doğanın) bir uzantısı veya bir "modu" olduğu fikriyle birebir örtüşür. Kitapta korkunun "bilincin önündeki en kalın perde" olarak tanımlanması, Spinoza’nın insanın ancak kederli duygulardan ve bilgisizlikten arınarak Tanrısal bütünlüğü kavrayabileceği yönündeki öğretisinin modern bir yansımasıdır.
Gelişme bölümünde bu benzerlikleri kuantum fiziğiyle derinleştiren Brown, Spinoza’nın felsefi sezgisini bilimsel bir kurguyla temellendirir. Spinoza’da her şey matematiksel bir zorunlulukla birbirine bağlıyken; Brown’un "Sırların Sırrı"nda bu bağ, "Noetik Bilim" ve atom altı parçacıkların dolanıklığı üzerinden anlatılır. Romandaki karakterlerin ego duvarlarını yıkarak kolektif bir bilince ulaşma çabası, Spinoza’nın bireysel hırslardan sıyrılıp "evrensel olanı görme" çağrısıyla aynı frekanstadır. Her iki düşüncede de "korku", ayrılığın; "bilgi" ise birliğin anahtarıdır. Perde aralandığında karşımıza çıkan manzara, cezalandıran bir otorite değil, her atomda titreşen sonsuz bir varlık sistemidir.
Sonuç olarak, Dan Brown’un çizdiği yol kesinlikle Spinoza’nın ayak izlerini takip etmektedir. Yazar, modern okura "Sırların Sırrı"nı açıklarken aslında eski bir hakikati güncellemektedir: Tanrı, bir "kimse" değil, bir "oluş" halidir. Kitabın sonunda Langdon’ın ulaştığı o büyük farkındalık, Spinoza’nın yüzyıllar önce kurduğu mantık silsilesinin duygusal ve bilimsel bir onayıdır. Belki de 2025’in en büyük edebi başarısı, bize en ileri teknolojilerin ve en derin bilimsel keşiflerin bile bizi sonunda Spinoza’nın o dingin, rasyonel ve her şeyi kucaklayan doğasına çıkardığını hatırlatmasıdır. Perde aralanmış, ayrılık illüzyonu bitmiş ve geriye sadece o kadim "Bir" kalmıştır.
"Korku, bilincin önündeki en kalın perdedir. Perdeyi araladığında göreceğin tek şey, aslında her şeyin 'bir' olduğudur."
"Tanrı’yı gökyüzünde aramayı bırakın. O, iki nöron arasındaki o sonsuz küçük boşlukta, yani niyetin eyleme dönüştüğü andadır."
İstanbul Üniversitesinde Felsefe okuduğum dönemde hep merak ettiğim ve peşinden tutkuyla gittiğim şey aslında tüm bu olup bitenler ne anlama geliyor sorusuna mantıklı bir açıklama bulabilmek içindi.
Şimdilerde hayatımdaki 50. yılı geride bıraktığım 2025 yılının son günlerinde kabul ediyorum ki aslında her şey tek bir varlığın parçasıymış.
Aslında biz, iyi ve kötü ile doğru ve yanlış arasında mücadele ederken, büyük resmi hep görmezden gelmişiz…