NATO Lahey Zirvesi: Trump'a yazılan aşk mektubu
2025 NATO Liderler Zirvesi Lahey'de Avrupalılar tarafından Trump'a yazılan bir aşk mektubu tadında başladı ve bitti. Mektubun tadını kimse bozmasın, ağızlardan kırıcı bir cümle çıkmasın diye Zirve süresi kısaltıldı, Zirve sonuç kararları sadece 5 madde ile sınırlı tutuldu.
Ne olur ne olmaz, NATO Genel Sekreteri Rutte’nin Trump’a “daddy” yani babacığım diye hitap ettiği basına sızdırıldı, üzerine espriler yapıldı, Trump’ın yüzüne bir gülümseme oturtturularak başkan evine yolculandı. Gerçi hakkını yemeyelim ABD Başkanı Avrupa semalarına gelmeden önce kendi açısından gereksiz konuşmalara sebep olacak pek çok dosyayı da kapatmış görünüyordu. İran-İsrail krizinde 12 Günlük Savaş olarak adlandırılan süreç ABD’nin ve Katar’ın ateşkes önerisi ile bitmiş görünüyor. Taraflar bu ateşkesin istikrarsız olduğunu biliyorlar ve İran nükleer programı ile ilgili belirsizlikler sürüyor ama ABD kendi açısından Ortadoğu ve İran’ı derinden etkileyecek bir güç gösterisinde bulundu, İran’ın vurulması ile ilgili tabuyu yıktı ve sonuçta Tahran ileride kafasını kaldırırsa yeniden vurulabileceğiyle ilgili mesaj vermekten çekinmedi. Hürmüz kapatılmadan ve Avrupa vurulmadan hadise atlatıldığına göre NATO’da Trump’ı bu konuda zorlayacak bir husus kalmamıştı. Gazze meselesi önemini tabi ki koruyor, Türkiye gibi bazı NATO müttefikleri tarafından da konunun önemi vurgulanıyor. Ama Trump, İsrail’in İran’ı döverek rahatladığını düşündüğünden Gazze için Witkoff’un devrede olduğunu söyleyerek Zirve’ye giriş yaptı. En azından bu konuda hassas olan müttefiklere konuyu unutmadığı gösterdi. Lahey’e gelmek için uçağa binmeden önce bir baş öğretmen edasıyla İsrail ve İran’ı azarlamış, İsrail’den memnun olmadığını da söylemişti. İsrail’i sınırlamam gerek gibi cümleler de araya sıkıştırmıştı. Yani Ortadoğu’daki risk faktörleriyle ilgileniyorum mesajı verdi. Dolayısıyla Trump’a yönelik gerçek bir eleştiri şansı da – Avrupalıların böyle bir niyeti olduğundan da emin değiliz ama- kalmamıştı zaten.
Ukrayna, hayalet mevzu halinde
Ukrayna konusu ise açılmamış görünüyor. Gerçi Zelensky zirvedeydi ve bir hayalet gibi koridorlarda dolaştı ama Ukrayna’nın geleceği Zirve sonuç bildirgesine yansımadı. Bu sürpriz değil, Rutte, Zirveden önce bu zirvenin gündeminin çok sınırlı olacağını ifade etmişti. Her zirvede Ukrayna ile ilgili daha önceki zirvelerde aldığımız kararları tekrarlayamayız da demişti. Ancak o kararlarımız değişinceye kadar geçerli olduğu da unutulmamalı demişti. O kararlar, özetle ne diyordu: Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda Kiev için dönüşü mümkün olmayan bir yol açık tutuluyor. Ayrıca gerekli şartlar hasıl olduğunda ve müttefikler bu yönde karar verdiğinde Ukrayna NATO’ya üye olabilir. ABD’nin ve bazı müttefiklerin Ukrayna’nın NATO üyeliğini desteklemediği hatta Trump’ın Ukrayna’ya kapının kapatılmasını istediği biliniyor. Ama NATO’nun “açık kapı politikası” var ve bu politika kapının “çat” diye Kiev’in suratına kapatılmasını engelliyor. Onun yerine kapının aralığından uzatılan elle koridorda yaralı bereli bekleyen Ukrayna’ya selam çakılıyor. Bu selamın nerede çakıldığını arayanlar kısacak Zirve sonuç bildirisindeki tehdidin zikredildiği kısma bakabilir. Aslında sonuç kararları öyle bir şekilde kaleme alınmış ki bu zirvenin tehditler konusunda bir şey söylemekten çok yük paylaşımı ve silahlanma üzerine olduğu anlaşılıyor. Yine de Trans-Atlantik güvenliğine yönelik iki tehdit açıkça kaleme alınmış: terörizm ve Rusya. Dolayısıyla Trans-Atlantik dünyası/NATO, Ukrayna ile Rus tehdidini paylaşıyor. ABD için Rusya’nın doğrudan bir tehdit olmadığı, hatta Trump’ın bazı Avrupalıları Rusya’nın insafına bırakmaktan bahsettiği düşünülürse Washington’un Avrupa güvenliğine bağlı olduğunu göstermesi bakımından bu maddeler önem taşıyor. Nitekim Zirve kararı bir klasiği kendi adına barındırıyor: 5. Maddeye yani ortak savunma ve caydırıcılığa bağlılık. Bu çerçevede NATO’nun Avrupalı müttefikleri Trump’ın ikinci dönemindeki ilk zirveyi başarılı bir şekilde atlatmış sayılırlar.
Daha çok harcama daha çok silahlanma
Karşılığında NATO’nun Avrupalı müttefikleri savunmaya daha çok para harcamaya ve silahlanmaya söz vermiş görünüyorlar. NATO savunma harcamalarına katkı GSMH’nın %2’sinden 2035’e kadar %5’e yükseltilecek. NATO müttefikleri içerinde bu hedefi gerçekleştirmekte zorlanacak (çünkü milyarlarca dolarlık bir bütçeden bahsediyoruz) ve esneklik talep edecekler olacaktır ki İspanya bu konuda Rutte’nin kapısını çaldı bile ama müttefikler hedefler konusunda ve 2035 tarihi konusunda anlaştılar. Bu yeni bütçenin %3.5’u NATO’nun temel misyonlarına (savunma ve caydırıcılıkla ilgili) ayrılırken %1.5’u altyapı, araştırma-geliştirme, teknolojik atılım gibi alanlara gidecek. Rutte, Zirveden yaklaşık 10 gün önce Chatham Hause’da bir değerlendirme toplantısı yapmıştı. Bu toplantıda Rus savunma ekonomisi ile NATO ekonomilerini karşılaştırdı. Rutte’ye göre NATO ekonomilerinin gücü Rus ekonomisinin kat be kat üstünde buna rağmen Moskova tüm ekonomisini bir savaş ekonomisi modelinde dizayn etmiş ve tüm gücünü savunma teknolojileri konusundaki yarışta atılım yapmasını sağlayacak gelişmelere yatırım yapmaya adamış.
Rutte- burada Trump’ın sesi olarak okunabilir- NATO’da Avrupalılar rehavete kapılırsa Rusya’nın 10-15 yıl sonra teknolojik avantajı eline geçirebileceğini düşünüyor. O zaman Rusya’nın dengelenmesi için tüm yük ABD’nin üzerine binecek ve ABD bunu istemediğini söylüyor. Mesele sadece Trumpizm değil, Trump başta olsa da olmasa da ABD, büyük güç mücadelesinin başat aktörü ve bu mücadelenin kritik ayaklarının teknolojik üstünlük ve maliyetlerin makul seviyede tutulması olduğunu biliyor. Avrupalılar, bu noktada itiraz haklarını artık kullanmıyor gözüküyorlar. Avrupa sokaklarını porselen üretmek yerine mermi üretmeye ikna etmek kolay olmayacak elbette. Bu noktada Avrupalıların elinde üç koz var. İlki Rus korkusu. Rusya’nın Avrupa için bir risk olduğu muhakkak fakat Rusya’nın kapasitesinin çok üstünde bir korku yarattığını da görüyoruz. Avrupa bürokrasisi Rusya’yı adeta varoluşsal bir tehdide dönüştürerek Avrupa ekonomisindeki savunma sanayi liderliğindeki değişimi meşrulaştırmaya çalışıyor. İkinci koz, ekonomik bir gerçeklik. Avrupalılar yeniden teknolojik inovasyon ve silahlanma üzerinden üretime teşvik ediliyorlar. Bu tür bir askeri kapasite Avrupalıların en büyük eksiğiydi. Dolayısıyla eksik biraz yamalanmış olacak. Eksiği yamarken Avrupalılar mecburi olarak ortak üretime yönelecek. Bu noktada AB’nin parçası olmayan İngiltere, Türkiye ve Norveç savunma sanayinin gelişmesi ve ortak üretimler konusunda son derece hevesli. Üçüncü koz, istihdam sözü. Avrupa ekonomileri bu süreçte mutlaka bir tür yeniden yapılanmanın içerisinden geçecek ve zorlanılacak ama sokaktaki halka büyüme ve istihdam vaat ediliyor.