SON DAKİKA

Ekonomik sorunları fırsata çevirmek

Ekonomik sıkıntılar, sadece sayılarla ölçülen bir krizden öte, hayatımızın her alanını etkileyen bir gerçeklik haline geldi. Artan enflasyon, kontrolsüz kira fiyatları, düşen alım gücü ve göçmen sorunu gibi meseleler, özellikle büyük şehirlerde yaşayan vatandaşlarımızın günlük yaşamını daha da zorlaştırıyor. Ancak karamsarlığa kapılmak yerine, sorunları doğru analiz ederek çözümler üretmelidir.

Geçen haftaki yazımda dediğim gibi: 2024 yılı, ekonomi politikalarının yeniden şekillendiği, sıkıntılar kadar fırsatların da öne çıktığı bir yıl oldu. Döviz dalgalanmaları, enflasyon ve faiz politikaları gündemin ana başlıkları arasında yer aldı. Merkez Bankası’nın faiz adımları enflasyonla mücadele için cesur bir hamleydi. Ancak bu karar, kredi maliyetlerini artırarak işletmeleri ve tüketicileri zor durumda bırakmış olabilir. Kısa vadede yavaşlama yaratan bu süreç, uzun vadede ekonomiye istikrar kazandırabilir mi? Asıl soru bu. Cevabı ise alınacak ek tedbirlerde saklı.

Enflasyonla mücadele, sadece ekonomik değil, toplumsal bir mesele. Bu günlerde asgari ücrete zam konusu konuşuluyor. Kimlere sorsam: "Maaşın artışı mı yoksa maaşların artması yerine enflasyonun düşmesi mi daha önemli?" neredeyse herkes enflasyonun düşmesinden yanaydı. Evet, maaşlar mevcut enflasyona göre çok düşük ama maaş artmasından daha ziyade alım gücünün artması çok önemlidir. Kendi alışverişlerimden yola çıkacağım, 2 yıl önce 200 TL ile 2 poşet dolabiliyordu, şimdilerde bir poşetin dibi bile dolmuyor. Maaşlara yapılan zamların hızla fiyat artışına dönüşmesi, vatandaşın cebine gireni kısa sürede eriten bir döngü yaratıyor. Bu döngüyü kırmanın yolu, fiyat istikrarı sağlamak ve fırsatçılığı engellemektir. Dolayısıyla yöneticilerin topyekün adım atması bence doğru olandır. 

Denetim mekanizmalarının arttırılması, ekonomide olağan ortamı oluşturmanın ilk adımı olabilir. Şahsen ben sorumlu kişi olsaydım, en az 10 bin denetimci alırdım ya da zabıtaların görev tanımlarını ve yetkilerini daha kapsamlı şekilde dizayn ederdim. Haksız fiyat artışlarıyla mücadele etmek, piyasanın dengesini yeniden kurulmasına olanak tanır. Ayrıca, kalıcı çözümler için tüketim değil, üretim odaklı bir politika benimsemeliyiz. Türkiye, bir zamanlar kendi kendine misliyle yeten bir tarım ülkesiydi. Bugünse bazı şeylerin yurt dışından geldiğini duyuyoruz. Hep söylüyorum, çiftçiyi desteklemek için sadece mazot fiyatlarını düşürmek ya da kredi vermek yeterli değil; daha kapsamlı çözümlere ihtiyaç var. Her kaymakamlığa 2-3 traktör verilse ve her gün bir köy sürülürse muazzam gelişmeler olacağına tüm kalbimle eminim. Öyle oldu ki köylülerimiz salatalık domates gibi temel tüketim ürünlerini bile şehir merkezine gidip çarşıdan alıyor.

Devlet destekli tarım projeleri, hem maliyetleri düşürür hem de üretimde verimliliği artırır. Çiftçilerden alınan ürünlerin hangi şehirde ne meşhursa doğrudan o ürünle ilgili belediye iştirak fabrikası kurularak bu fabrika aracılığıyla pazarlanması, çiftçiye hak ettiği geliri kazandırırken tüketiciye de uygun fiyat sunar.

Bir diğer sorun ev kiraları...

Bugün İstanbul gibi büyük şehirlerde, uygun bir ev bulmak çok zor hale geldi. Piyasanın serbest işleyişine müdahale etmekten çekiniliyorsa bile dengeli düzenlemelerle hem kiracıları hem de ev sahiplerini koruyacak bir model geliştirebiliriz.

Birkaç ay önce dillendirilmişti ama sonrasında devamı sanırım gelmedi: Şehir bazlı bölgesel geçim endeksi mutlaka gelmeli. Hatta şehir bazlı kira endeksleri ve bölgesel tavan fiyat uygulamaları, bu sorunları yatıştırabilir. Uzun vadede ise, sosyal konut projelerine daha kapsamlı şekilde ağırlık verilerek, toplumun her kesimine yaşanabilir bir hayat sunulabilir.

Bir diğer sorun göç...

Kalabalık sayıdaki göçmenler, yalnızca sosyal dengeleri değil, ekonomik sistemi de zorlayan bir faktör. Malum hapishaneyi görünce "İyi ki gitmediler yoksa belki de onlar da ölürdü" dedim ama eğer güven ortamı tam anlamıyla sağlanırsa giderlerse iyi olurdu. Daha önce de sınırda tampon bölge oluşturulursa gitmeliler demiştim. Görünene göre, birkaç öncesine nazaran risk azaldı. Suriyelilerin ülkelerine geri dönüşlerini teşvik eden projeler ve Suriye'de oluşturulacak tampon bölgeler hem ekonomik hem de sosyal rahatlama sağlayabilir. Bu adımlar, biz Türkler kadar Suriyelilerin de genel refahını artırmaya katkı sunacaktır. Sonuçta enflasyondan Suriyeliler de etkileniyor.

Türkiye, zengin kaynakları ve genç nüfusuyla büyük bir potansiyele sahip. Ancak bu potansiyeli hayata geçirmek, uzun vadeli kapsamlı planlama gerektiriyor. Sorunların çözülebileceğine inanmak, ilk adım. Eğer devlet ve millet olarak beraberlik ruhuyla hareket edersek, hiçbir zorluk "aşılmaz" değildir.

Unutmayalım ki her kriz, doğru adımla yaklaşıldığında bir fırsata dönüşebilir. Önemli olan, bu fırsatları görüp harekete geçmektir.

Not: Analiz Gazetesi ailesinin ve okurlarının yeni yılını kutlar; mutlu, huzurlu, sağlıklı ve güzel bir yıl geçirmesini dilerim. Sevgi ve saygılarımla.