SON DAKİKA

Bir Şölendir İstanbul Film Festivali

"İstanbul Film Festivali" birbirinden yaratıcı filmlerin yer aldığı programıyla bir kez daha festival konusundaki tecrübesini ortaya koydu. Dünyanın en önemli film festivalleri Berlin, Cannes, Venedik, Sundance, Toronto'da prömiyei yapmış, ödüller kazanmış birçok filmi izlemiş olduk. Açıkçası dünya sineması on dört gün boyunca İstanbul'da misafir oldu.

Seçtiğim filmlerden genel olarak mutlu ayrıldım. Bazı filmlerin entellektüel seviyesine, bazı filmlerin yaratıcılıklarına, çoğu filmin de teknik ve görselliğine hayran kaldım. Hemen festivaldeki ilk üçümü sizlerle paylaşayım.

1) Romanyalı auteur Radu Jude’un “Kontinental ’25” filmi. Film bir absürt-drama. İcra memuru Orsolya bir gün bir ev tahliyesi esnasında talihsiz bir sorun yaşar. Bu olay Orsolya’yı suçluluk duygusuyla boğar. Yönetmen Radu Jude’un siyaset, ekonomi, ırkçılık, kapitalizm, savaşlar gibi dünyamız meseleleri hakkında söyleyecek çok şeyi var. 

2) Kanadalı yönetmen Sofia Bohdanowicz’in “Cenaze İçin Müzik” filmi. Genç akademisyen Audrey 20. yüzyılın başlarında yaşamış Kanadalı kemancı Kathleen Parlow’un peşinde Toronto’dan Oslo’ya uzanan yolculuğunu izliyoruz. Bu filmde beni en çok etkileyen belgeselle kurmacanı uyumu, özgün sinema dili ve o şahane sinamatografi oldu.

3) Litvanyalı sinemacı Laurynas Bareisa,’nın yönettiği “Boğulmak” filmi bambaşka bir senaryo, bambaşka bir anlatımdı. Bareisa hem zaman hem de mekân algısıyla oynayarak seyirciyi sürekli konfor alanının dışına çıkardı. Yönetmen “Film sasen, duygusal travmaya farklı tepkiler veren yetişkinler hakkında” diyor.

Ve Festivaldeki diğer gözdelerim: “Kurmaca değil. Belgesel değil. Bu bir uyarı” diyen Asif Kapadia’nın “2073 “ü, Michel Franco'nun yönettiği Jessica Chastain         ile Isaac Hernández rol aldığı “İlişki”, Keith Jarrett’ın 1975 tarihli The Köln Concert albümünün heyecan dolu gerçek hikâyesini anlatan   “Köln 75” ve Juanjo Pereira ‘nın yönettiği , tarihin en uzun süre iktidarda kalan liderlerinden Alfredo Stroessner’in Paraguay’daki diktatörlüğünün iç yüzünü, göz ardı edilmiş görüntüler aracılığıyla açığa çıkartan “Bayrakların Altında Güneş”. Hepsini gerçekten çok severek izledim. 

Qua Vadis

Gelelim memleketimin sinemasına. Festivalde neredeyse ilk filmini çekmiş çok film ve çok yönetmen vardı. Peki tecrübeli yönetmenlerimize ne oldu? Bir Yeşim Ustaoğlu nerede acaba? Ya da Reha Erdem? ve diğerleri… 1990’ların başında Yeni Sinemacılar yepyeni bir solukla gelmiş ve birbirinden yaratıcı filmlerle sinemamızın yüz akı olmuşlardı. Son yıllardaki üretilen filmlere baktığımızda        da maalesef bu yaratıcılığı kaybolduğunu, genç sinemacıların film yaparken bir meselelerinin olmadığını fak ediyorsunuz. Mesele yok, durum var. Türkiye’de        ve dünyada onca sorun varken kasabada sıkışıp kalmış oyuncu olmak isteyen bir genç kızın hikayesini izleyince Türk Sineması için “Qua Vadis” diyorum açıkçası.

45. İstanbul Film Festivali’ni şimdiden heyecanla bekliyorum. Emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Özellikle de basını ağırlayan Pera Müzesi’ne.

ajet 160x600