SON DAKİKA
sabancı holding mobil alt

Belirsizlikler ekonomisi...

Merve Suçeken 10 Eki 2024

Defalarca yazdım… Defalarca anlattım... Türkiye'nin temel sorunu enflasyon değil diye… Ama görüyoruz ki ekonomi yönetimi hala sanki tek sorun enflasyonmuş gibi davranıyor. Sanki başka sorunumuz yokmuş gibi kalıcı çözüm üretemeyen bir politikalarla emin ve kararlı adımlarla ilerliyoruz… Peki Türkiye'nin gerçekten de tek sorunu enflasyon mu?

Bir mal veya hizmetin piyasadaki satış değerini belirleyen ölçü fiyattır. Para kullanımı, devreye girip de piyasayı düzenlemeden önce trampa (değiş tokuş) sistemi geçerliydi. Bir mal veya hizmet satın alacak kişi onun karşılığında bir mal veya hizmet vermek durumundaydı. Bu iki malın birbiriyle değiş tokuş ilişkisi bize göreceli fiyatları verir

Peki malın fiyatını belirleyen temel unsur nedir? Bu değeri öncelikle o malın maliyeti belirler. Söz konusu malın imalatında kullanılan malzeme, girdiler, harcanan emek gibi maliyet unsurlarının toplamı saatin maliyetini belirler. Bu, o mal için konulacak fiyatın alt limitidir. Bunun altında bir fiyatla satılırsa imalatçı/satıcı zarar eder. İş maliyetlerle kalmaz, o organizasyonu yapıp saati ürettirip satacak olanın da bir miktar kazanç sağlaması gerekir. Bu da maliyetin üzerine bir kâr payı eklenmesi gereğini doğurur. Buna göre bir mal veya hizmetin satış fiyatı o mal veya hizmetin maliyeti ve normal kârdan az olmaz. Normal kâr meselesi tartışmalıdır ama bir genelleme yaparsak; bir girişimcinin kullandığı sermayeye, üstlendiği risklere, katlandığı faize, harcadığı emeğe ve zamana karşılık elde etmesi gereken asgari kazanç normal kâr olarak kabul edilebilir. Bütün bunlar bir araya gelse de mal veya hizmetin satış fiyatını belirlemeye yeterli olmaz. Son aşamada fiyatı belirleyen iki güç vardır: Arz ve talep. Dolayısıyla bir mal ya da hizmetin satış fiyatını yalnızca maliyet + kâr hesapları değil aynı zamanda o mal ve talebe ilişkin arz ve talep belirler.

Fiyatların belirlenmesinde önemli bir unsur da başka mal ve hizmetlerin de fiyatlarını içeren genel fiyat düzeyidir. Eğer fiyatlar genel düzeyi artış halindeyse yani ekonomide enflasyon varsa o zaman saatlerin maliyeti ve dolayısıyla fiyatı da artar. Satıcı, kendini korumaya çalışırken enflasyonu hem körüklemiş hem de ona süreklilik kazandırmış olur. Başlangıçta satıcı kendini korumuş görünse de bir süre sonra bu durum kendisi aleyhine de sonuçlar vermeye başlar. Geleceğe ilişkin beklentiler olumlu hale gelmeden bu tür önceden yansıtılmış bir enflasyonun önlenmesi pek mümkün değildir.

Bunlara ek olarak bir de siyasal iktidarın piyasanın işleyişine çeşitli yollarla (faizle, kurla, para basarak, vergilerle, tarım politikalarıyla, teşviklerle vb.) müdahalesi söz konusu olabilir. Eğer bu müdahaleler genel bir müdahale değil de farklı mal ve hizmetlere farklı biçimlerde yansıyan müdahaleler biçiminde olursa mal ve hizmetlerin göreceli fiyatları arasındaki ilişkiler bozulur. 

Türkiye, son yıllarda bir yandan çok yüksek enflasyon sorunu yaşarken bir yandan da piyasaya yapılan peş peşe müdahaleler ve izlenen yanlış politikalar yüzünden göreceli fiyatlar dengesinin bozulması sorununu yaşıyor. Son birkaç yılda fiyatları taban fiyatıyla belirlenen tahıllar gibi bazı malların fiyatı açıklanan enflasyonun altında arttı. Buna karşılık dolmuş ücretleri, tekstil ürünleri gibi bazı mal ve hizmetlerin fiyatları açıklanan enflasyon, peynir, tereyağı, yoğurt, zeytinyağı gibi bazı malların fiyatları gerçek enflasyon kadar arttı. Kiralar, özel okul ücretleri, tatil yeri ücretleri gibi bazı hizmetlerin fiyatları ise her türlü ölçünün üzerinde arttı. Bu farklı fiyat artışları, fiyatlar arasındaki göreceli ilişkileri alt üst etti. İki, üç yıl öncenin bir haftalık her şey dâhil tatil parasıyla bugün ancak uçak biletleri ve havalimanına gidiş geliş taksi ücretleri karşılanabiliyor. Ya da iki üç yıl öncenin kira bedeli, bugünün aidatlarına ancak denk geliyor. O nedenle tüketiciler yalnızca fiyat artışlarına şaşırmakla kalmıyor aynı zamanda göreceli fiyat ilişkilerinin kopmasının da şaşkınlığını yaşıyor.  

İşin en kötü tarafı, toplumun yaşadığı bu görecelilik kargaşası yalnızca fiyatlar alanında değil, her alanda karşımıza çıkıyor. Türkiye, hiçbir zaman gelişmiş ülkelerdeki hukuka, demokrasiye, eğitim düzenine sahip olmadı ama her geçen gün bir öncekinden daha geriye giderken eski durumumuzun göreceli olarak daha iyi olduğunu fark ediyoruz. Ve tuhaf bir şekilde dün eleştirdiğimiz durum, bugün geldiğimiz aşamaya bakınca, iyiymiş gibi görünüyor. Buraya kadar özetlemeye çalıştığım sadece en büyük sorun olan enflasyona bakış açısı. Hadi şimdi diğer konuları inceleyelim…

Hiç kuşkusuz ki bir başka konu da faizler… Ülkeyi bugünkü enflasyon krizine sokan adım 2021 Eylül ayında atıldı. Eylül başında enflasyon yüzde 19, Merkez Bankası politika faizi de yüzde 19 idi. Ve bütün sinyaller enflasyonun yavaş yavaş yükselme eğilimi içinde olduğu yönündeydi. Yapılması gereken şey Merkez Bankası’nın politika faizini iki üç puan artırıp enflasyondaki yükseliş eğiliminin önünü kesmesiydi. İşte tam o sırada geçmişten beri gelen faiz haramdır, faiz sebep enflasyon sonuçtur söylemlerine dayalı bir faiz politikası yürürlüğe kondu ve politika faizi düşürülmeye başlandı. Benim de aralarında olduğum iktisatçılar ve aklı başında diğer meslek erbabı “bu yaptığınız yanlıştır, enflasyonu arttıracaksınız, ekonomiyi krize sokacaksınız” diye itiraz ettik. “Nas var size ne oluyor? Haram olan faizi savunmayın” dendi bize.

Faiz indirimleri devam etti, enflasyonun artışı hızlandı ve aradan iki ay geçmeden bu kez kurlar da yükselmeye başladı. Paniğe kapılan yönetim, bu kez kur yükselişini durdurmak için, bir çeşit kur garantisi sistemi getiren, kur korumalı mevduat (KKM) uygulamasını yürürlüğe koydu. Böylece insanların Türk Lirasından kaçıp dövize yönelmesini önlemeye çalıştılar. Kuşkusuz bu geçici bir düzenlemeydi. İnsanlar dövizlerini bozdurup KKM üzerinden Türk Lirasına dönseler de vade dolduğunda tekrar dövize geçmek hedefinden vaz geçmediler. Bu yolla kuru tutma hedefine ulaşılmış olsa da enflasyonu durdurmak mümkün olamadı. Ardından KKM’nin kamu kesimine giderek daha büyük bir yük yarattığı konuşulmaya başlandı. Çünkü bankaların ödemesi gereken faiz düşük kalıyor, aradaki fark KKM adı altında Hazine ve Merkez Bankası tarafından ödeniyordu. Böylece Hazine ve Merkez Bankası (2023ün yarısından sonra sadece Merkez bankası), bankaların faiz giderlerinin önemli bir bölümünü üstlenmiş oluyordu.

Daha ilginci, şimdi ben faiz yavaş yavaş indirilmeli dediğimde itiraz ediyor ve bana karşı faizi savunuyorlar. Dün haramdır dedikleri faizi, bugün kurtarıcı görüyorlar.