SON DAKİKA

ABD, Suriye Geçiş Sürecini Desteklemekte Samimi mi?

Suriye'de olanları konuşmaya devam ediyoruz. Elbette geçiş aşaması içerisinde olduğumuz için pek çok belirsizlik hattı hala varlığını koruyor.

Bu belirsizliklerin bir kısmı geçiş sürecini etkileyecek faktörlerin doğasından kaynaklanıyor. HTŞ de bir geçiş aşamasından geçiyor. Bu süreçte özellikle küresel güçler HTŞ’ye doğrudan ulaşarak hem gelecekteki siyasi duruşunu hem de Suriye’de işleyecek siyasi süreci şekillendirmeye tabi ki heveslenebilirler. Sahadaki aktörlerin güçlü ve güçsüz oldukları noktaları kısmen biliyoruz ama bölgesel ve küresel aktörlerin bu noktalar üzerinden nasıl sahayı etkilemeye çalışacakları konusunda farklı senaryolar ve beklentiler var. Bu tür geçiş sürecine içkin belirsizliklerin ötesinde bir kısım belirsizlik de Türkiye-ABD ilişkilerindeki son yıllara damga vuran güven krizinden kaynaklanıyor. Türkiye’deki kamuoyu ABD’li yetkililerin söylediklerini işitiyor ama kulaklarına inanamıyor. En son Trump’ın Sayın Cumhurbaşkanı’na yönelik övgülerini ve Suriye’de Türkiye’nin gücünün artığı tespitlerini dinledik. Trump’ın tahmin edilmez, güvenilmez, kriz çıkartmaya meyilli liderlik anlayışı ABD-Türkiye arasında güven krizine odaklı olanları daha da temkinli hareket etmeye itiyor. Oysa ABD, bu sefer, Suriye’de geçişi gerçekten destekliyor görünüyor. Bu geçişin başlamasının ABD adına yarattığı çok ciddi fırsatlar var ve bu fırsatlar PYD/YPG meselesinden aslında daha büyük. Dolayısıyla ABD-Türkiye arasındaki güven sorunu hemen aşılmayabilir ama bu geçiş sürecini desteklemeyi önemseyen iki aktör olduğu gerçeğini değiştirmez. Ayrıca ABD’nin bu süreci destekliyor olması, sürecin kendi başına ne kadar önemli olduğunu, bölgesel dengelerin değişebileceği gerçeğini, bu dengeler içerisinde Türkiye'nin dengenin dengeleyici olarak çıkabileceği gerçeğini değiştirmez.

ABD’nin 7 Ekim sonrası zorluğu

Bu noktada ABD’nin bu değişim ile İran ve Rusya’yı sınırlandırma konusunda çok ciddi bir fırsat yakaladığını görüyoruz. Canım her şey Suriye’deki değişe mi kaldı diye sorulabilir. Ama öncesinde ABD’nin 7 Ekim sonrasında bozulan bölgesel dengeyi tekrar kurmada ne kadar zorlandığını tekrar hatırlayalım. 7 Ekim saldırısı, ABD’nin oluşturmak istediği İsrail temelli İran/Rusya karşıtı eksenin oluşmasına direnenlerin olduğunu göstermişti. Burada temel sorun İsrail’in caydırıcılığının zarar görmesi, sonuçta İran ve İsrail’in birbirini vurarak el yükseltmesiydi. İsrail’in Gazze savaşının Müslüman/Arap alemi için katlanılamaz bir çerçevede sürmesi, ABD’nin kendi askeri gücü üzerinden tamir etmek için yola çıktığı İsrail caydırıcılığına bir katkı sağlamadığı gibi, her şeyi İsrail adına kayıplar içinde dönen bir savaşa çevirdi. Kaybeden bir aktör üzerinden dengeyi tekrar oturtamayacağınız açıktı. İsrail, bu kayıp hattını değiştirebilecek gücü olduğunu göstermek için savaşı Lübnan’da Hizbullah karşısına taşıdı. İtiraf etmeliyiz İsrail’in Hizbullah karşıtı operasyonları Direniş Ekseninin ve İran’ın mevcut ve misilleme olarak değerlendirilebilecek vuruşlarının sınırlarını göstermek bakımından son derece başarılıydı. Ancak İsrail’in Lübnan’da kazandığı başarı caydırıcılığının aldığı hasar konusunda tam bir telafi sağlamadı. İran, İsrail’i vurabileceği konusunda el gösterme/misilleme yapma opsiyonunu kullandı. Bugün hala Tahran cephesinden İsrail’e yönelik üçüncü operasyonlarını başlatacakları yönünde tehditler geliyor. Demek ki İsrail’in tüm saldırılara karşı cezalandırma gücünü kimi yerde başarılı biçimde kullanması İran-İsrail restleşmesini – Lübnan ateşkesi ve Gazze’de anlaşma beklentisine rağmen- bitirmemiş. 

İran Suriye’yi kaybediyor

Bu noktada Suriye’nin İran tarafından kaybı, Direniş eksenin lojistik hattının kesilmesi anlamının çok ötesinde İran’ı sıkıştıracak bir hamle zira İran’ın çok cepheli bir savaş yapmakta artık zorlandığını, yorulduğunu gösteriyor. Bu İsrail ve ABD’yi İran dosyasını daha keskin bir biçimde kapatma konusunda cesaretlendirebilir elbette ve bunun bazı işaretleri son günlerde Amerikan basınında yansımasını buluyor. Fakat, İran dosyasını daha keskin kapatmak için yapılabilecek İran’a yönelik olası bir İsrail saldırısı İran’da rejim değişikliğini tetiklemezse İran-İsrail kapışması başka hatlar üzerinden uzayıp gidebilir de. İran direniş ekseninden istediği verimi alamazsa ve ileride savunması sınırlarında savunmaya dönmek zorunda kalırsa İran, nükleer programını muhtemelen bir silahla taçlandıracaktır. O taçlandırma anına kadar da zayıflıkları nedeniyle direnişi tam bırakamayan bir aktör olacaktır. Bugün Suriye’de direnmemeyi seçmesi İran’ın o zor günlere bölgedeki tüm aktörlerle kanlı bıçaklı girmeyi istemesi anlamına geliyor. Unutulmamalı, bazı duygusal açıklamalar İran ya da Rusya ekseninden gelse de kimse Astana Sürecini öldürmedi. Rusya’nın gelecek pazarlıklara hazır olmak için çok sebebi var, hatta böylece Suriye’deki geçiş aktörlerinin özelikle Batılı aktörler karşısında pazarlık gücünü artırıyor. Ama İran da bu süreci kesinkes öldürmedi, hatta Esat Rejimi ölürken İran dış işleri başkanı Astana çerçevesinde Doha’da açıklamalar yapıyordu. 

Dengeyi, İran-İsrail hattına oturtmak zor

ABD, tüm bu İran’ın bir ileri, iki geri dansını görüyor. İran Suriye’yi kaybetti ve belki İsrail tarafından yakın gelecekte vurulabilir ama hala Ortadoğu’nun olası dengelerini İran-İsrail dengesine (İsrail avantajına karşılıklı caydırıcılığın işlediği, İran’ın sınırlandığı bir denge) dayandırmak çok zor. İsrail’in Gazze savaşı Arap Dünya’sının İsrail merkezli eksenlere çok görünür bir biçimde eklemlenmesini zorlaştırıyor. Şimdi Arap Dünyası İsrail’in Suriye’de Golan’ın ötesine geçip, Lübnan ve Şam üzerinde aynı anda baskı hissettirecek bir askeri derinlik kazanmasından da rahatsız. Mesele İsrail’in yayılmacılığından öte bu yayılmacılığın bile-göre yapılması, Şam ve Beyrut’un normalleşmesini engellemesi. Bu noktada Arap Dünyası kendi üzerlerindeki kamuoyu baskısından kurtulamıyorlar, ayrıca Ortadoğu’da İran ya da İsrail dengelenecek diye Arap dünyası parça pinçik hale getiriliyor. Körfez ülkeleri dahil pek çok aktörün bu konuda homurdanmaya başlaması ve Türkiye ile ilgili olumsuz havanın dağılması, ABD’nin 7 Ekim öncesi eksendir, küredir stratejilerine dosdoğru dönmekte zorlanacağını gösteriyor. Suriye’deki geçiş süreci ise -eğer İsrail caydırıcılığı Suriye ve Gazze'de sınırlanırsa ve sadece İran’a odaklanırsa- Arap aktörleri ve Türkiye arasında olumlu bir gündemin oluşması ve Suriye Suriyelilerindir mottosu üzerinden sahanın İran milislerine kapanması demek. İsrail için bir cephe-kendi açmazsa- kapanmış demek. Rusya ve İran, milis ve vekalet harbi dışında Şam’a öyle ya da böyle ulaşmayı da deneyebilirler yani “havuç” olarak görülebilecek kozlar da orada. Böylece ABD, İran-İsrail vuruşması nasıl devam ederse etsin, Gazze’nin yerle bir edilmesi ve soykırımın kıyısında bir aktör haline gelinmesi dışında- İsrail için belli kazançların ortaya çıktığını Tel Aviv ve diğer bölge aktörlerine gösterebileceği bir senaryonun ihtimalini görüyor. Bunun üzerinden (Trump ister mi istemez mi bilinmez) ama İsrail, İran gündemi dışında başta Gazze’de durmaya ikna edilebilir. Arap aktörleri bir yandan İsrail bir yandan Türkiye arasında gidip gelip, bu dengenin olumlu yansımalarından (Gazze, Lübnan, Suriye’nin yeniden imarı ve bu sahaların yeniden bölge aktörlerinin etkisine açılması, İran’ın sınırlanması, İsrail’in bir şekilde vurulabilir olduğunu görünmesi vb) faydalanabilirler. Bu faydalar üzerinden ABD, Arap dünyasını daha rahat ikna edebilir, Rusya ve Çin’in ayağına taş değdirebilir.

Suriye’deki değişim ABD açısından da çok önemli ve geçişi desteklemek için ciddi sebepleri var. PYD bu sebepleri düşününce devede kulak bile kalmıyor.