Yenilenebilir yatirimlar ve fosil kaynaklar arasında denge
Avrupa'nın en büyük nüfusuna sahip ve dünyanın 19. en büyük ekonomisi olan Türkiye'nin enerji geleceğine bir göz atalım.
Geçtiğimiz hafta açıklanan Türkiye’nin enerji dönüşümü yol haritası, önümüzdeki on yılda mevcut rüzgar ve güneş enerjisi kapasitesine yaklaşık 90 GW eklemeyi ve böylece yenilenebilir enerji üretim kapasitesini dört katına çıkarmayı hedefliyor. 2024 Eylül ayı itibarıyla ülkemizin kurulu gücünün 115 GW olduğunu göz önünde bulundurursak, bu hedefin ne kadar iddialı ve önemli olduğunu anlayabiliriz. Bu plan, hem enerji güvenliğimiz hem de dışa bağımlılığı azaltma çabalarımız için kritik bir adım.
Bu vizyonun geliştirilmesinde emeği geçenleri tebrik ediyorum. Ancak burada dikkat edilmesi gereken iki önemli noktayı vurgulamak istiyorum:
- Enerji depolama teknolojilerine yatırım: Yenilenebilir enerjinin en büyük zorluklarından biri, enerjinin depolanabilmesi. Güneş ve rüzgar enerjisi, doğası gereği mevsimsel ve gün içi hava değişimlerinden etkilenmeye çok açık. Bu nedenle, bu enerjiyi esnek ve güvenilir bir şekilde kullanabilmek için batarya ve enerji depolama sistemlerinin geliştirilmesi elzem. Bu yatırımlar olmadan, sadece yenilenebilir enerjiye yönelmek riskli olabilir.
- Enerji çeşitliliği sağlanmalı: Yenilenebilir enerji yalnızca güneş ve rüzgardan ibaret değil. Jeotermal, biyokütle ve dalga enerjisi gibi kaynaklar da büyük potansiyele sahip. Özellikle jeotermal enerji, Türkiye’nin mevcut kurulu kapasitesinin sadece %1.5’ini temsil ediyor olmasına rağmen, toplam elektrik üretiminin %3.4’ünü sağlıyor. Güneş enerjisinde ise bu oranlar tam tersi; kurulu gücün %16.4’ü güneş enerjisinden gelirken, üretilen elektriğin sadece %6.7’si bu kaynaktan elde ediliyor. Bu durum, jeotermal gibi sürekli enerji sağlayan kaynakların değerini gözler önüne seriyor.
2035 hedefleri çerçevesinde yenilenebilir enerjiye verilen önemi destekliyorum. Ancak bu yolculukta, üniversiteler ve endüstri arasındaki işbirliklerinin artırılması ve bu alanda nitelikli insan gücünün geliştirilmesi de ihmal edilmemelidir. Teknoloji ve bilgi birikimi ihracatı, bu dönüşümün önemli bir parçası olmalı.
***
Enerji güvenliği ve bağımsızlık hedeflerimizin bir parçası olarak fosil yakıtlar alanında da önemli adımlar atıyoruz. Son dönemde aldığımız en büyük haberlerden biri, Karadeniz’deki Sakarya Gaz Sahası’nın keşfi oldu. Geçtiğimiz aylarda satın alınan yüzer üretim tesisi, bu sahanın geliştirilmesinde önemli bir adım. Faz 3’ün tamamlanmasıyla birlikte sahadan yıllık 15 milyar metreküp doğal gaz üretilmesi planlanıyor. Bu miktar, 2023’te ithal ettiğimiz yaklaşık 46 milyar metreküp doğal gazın %30’una denk geliyor. Daha birkaç yıl öncesine kadar doğal gaz ihtiyacımızın sadece %1’ini yerli kaynaklardan karşılarken, bu keşifle birlikte büyük bir ilerleme kaydedeceğiz.
Öte yandan, kendi ekonomik bölgemizin dışında da enerji arayışlarımız devam ediyor. Oruç Reis Sismik Araştırma Gemisi, Somali açıklarındaki üç blokta petrol ve doğal gaz araştırmaları yürütmek için göreve çıktı. Bu hamle, Afrika’nın karasularında büyük doğal gaz ve petrol rezervlerinin olduğu düşünüldüğünde, ilerleyen yıllarda önemli bir projeye dönüşebilir. Ancak kısa vadede bir gelişme beklememek gerek, çünkü bu tür araştırmalar uzun yıllar alabilir.
***
Bu arada, Türkiye’nin enerji dış politikasında önemli bir kozu var: Kendi sondaj gemilerimiz. Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz araştırmaları yapmak istediğimiz ilk zamanlarda uluslararası baskılarla karşılaşmıştık ve teknolojik anlamda uzunca bir süre elimiz kolumuz bağlı kalmıştı. Ancak şu an, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) envanterinde bulunan dört sondaj gemisi ile enerji hamlelerimizi dış politikada daha bağımsız ve özgüvenli bir şekilde yönlendirebiliyoruz.
***
Tabii, fosil yakıtlara yatırım yapmanın bazı riskleri de yok değil. Özellikle küresel ısınmayla mücadelede belirlenen sıfır emisyon hedeflerine ulaşamama riski mevcut. Avrupa’da yürürlükte olan karbon vergisi, karbon ticareti uygulaması ve buna bağlı düzenlemeler, yakın gelecekte Türkiye’ye de yansıyabilir. Bu da ticaretin bir ön koşulu olarak Türkiye’nin de benzer uygulamaları devreye sokması gerekeceği anlamına geliyor. Dolayısıyla, küresel iklim hedeflerine ayak uydurmak sadece çevresel bir gereklilik değil, aynı zamanda ekonomik bir zorunluluk haline gelecek dersek yanlış olmaz.
Yakın zamanda küresel ısınma, sıfır emisyon hedefleri ve karbon ticareti hakkında detaylı bir yazıyı da sizlerle paylaşacağım.