Turuncu: Kadınların hayatta kalma çığlığının rengi
Dünyada 25 Kasım–10 Aralık arası "Turuncu Günler" olarak bilinir. Birleşmiş Milletler'in başlattığı bu kampanya, kadına yönelik şiddete karşı küresel farkındalık oluşturmak için tasarlandı. BM turuncuyu boşuna seçmedi: Turuncu, umudun, canlılığın, yeniden doğuşun rengi. Karanlığı yırtan bir ışık gibi… Yani kadınların hayatta kalma çığlığının rengi aslında.
Bugün dünyanın birçok şehri 16 gün boyunca turuncuya bürünüyor: Köprüler, resmi binalar, meydanlar… Mesaj çok net:
“Kadına şiddet karanlıktır. Biz ışığı yakıyoruz.”
Peki Türkiye’de durum nasıl?
Acı ama gerçek: Bizde turuncu çoğu zaman umut değil, acil durum sinyali gibi yanıyor.
Her yıl yüzlerce kadın öldürülüyor.
Bir kısmı “boşanmak istediği için”,
bir kısmı “bitti demeye cesaret ettiği için”,
bazıları ise sadece “yanlış adamın sevgisine denk geldiği için.”
Verilere göre Türkiye’de her 3 kadından 1’i fiziksel şiddet görüyor. Bu sadece bir istatistik değil; bu toplumun aynası. Ve o aynada ne yazık ki kadınlar en çok güvendiği kişiler tarafından yaralanıyor: Eşler, sevgililer, hatta aile üyeleri.
Burada durup bir gerçeği yüksek sesle söylemek lazım:
Şiddet güç değil. Şiddet bir zayıflık, bir acizlik.
Kendine yetemeyen, duygusunu yönetemeyen, özgüveni kırılgan, öfkesiyle baş edemeyen erkekler şiddete sarılır.
Yani şiddet uygulayan, sandığının aksine “güçlü” değil; tam aksine, içsel olarak en zayıf olandır.
Kadına şiddet bir erkeklik meselesi değil; bir ruh sağlığı, kişilik ve değer meselesi.
Ve toplum ne kadar susarsa, şiddet o kadar büyür.
Kadınlar çoğu zaman haklarını bilmedikleri için yalnız kalıyor.
Oysa 6284 sayılı kanun açık:
• Kadın koruma talep edebilir.
• Uzaklaştırma isteyebilir.
• Geçici maddi destek alabilir.
• Sığınma evlerine başvurabilir.
• Şiddet tehdidi altındaysa devlet korumak zorundadır.
Ben bir psikolog ve aynı zamanda eski bir kadın sığınmaevi müdürü olarak biliyorum ki kadınlar güçsüz oldukları için değil, yalnız bırakıldıkları için kaybediliyor. Susmak, utandırılmak, korkutulmak… Şiddetin beslendiği zemin burası.
Turuncu Günler tam burada devreye giriyor:
Biz 16 gün boyunca sembolik bir renk için değil, kadınların yaşam hakkı için konuşuyoruz.
Turuncu, “Karanlık büyümesin” diye yaktığımız ışık.
Kadına yönelik şiddet, bir ülkenin sadece adalet sistemini değil, vicdanını da test eder.
Bir toplumun gelişmişliği, kadınlarının ne kadar güvende olduğuyla ölçülür.
Bu 16 gün boyunca tek bir kadın bile “Ben yalnız değilim” diyebilirse, turuncu gerçekten ışığa dönüşür.
Ve unutmayalım:
Kadını güçlendirmek bir lütuf değil, bir zorunluluktur.
Çünkü kadın yaşarsa toplum yaşar.