Türkiye'nin damla damla biten mirası
Su, bir zamanlar en basit ve en bol kaynağımızdı. Dereler coşkuyla akar ve toprağın bereketi bu akışla can bulurdu.
Ne var ki, o coşkulu akış yerini giderek endişeli bir fısıltıya bıraktı. Bugün, Türkiye sadece iklim değişikliğinin getirdiği kuraklıkla değil, yanlış politikalar ve bilinçsiz tüketimle de boğuşarak bir su krizinin eşiğinde duruyor. Bu, sadece bir çevre sorunu değil, aynı zamanda bir gelecek meselesi.
Türkiye, coğrafi olarak su zengini bir ülke gibi görünse de durum pek de öyle değil. Dünya nüfusunun neredeyse dörtte biri su stresi altında yaşarken, bu küresel krizin rüzgârları bizi de etkiliyor. Tarih, suyun sadece yaşam için değil, aynı zamanda iktidar için de ne denli kritik olduğunu defalarca gösterdi. Mezopotamya’da Fırat ve Dicle nehirleri etrafında kurulan medeniyetler, suyun gücünü anlamıştı. Ancak bu güç, aynı zamanda çatışmaların da kaynağı oldu. Gelecekte bu tür çatışmaların artacağı yönündeki bilimsel öngörüler, bizi şimdiden önlem almaya davet ediyor.
Genel açıdan baktığımızda, su krizinin birden fazla sebebi olduğunu görüyoruz. Başta iklim değişikliği olmak üzere, düzensiz yağış rejimleri, beklenmedik seller ve uzun süreli kuraklıklar, barajlarımızdaki su seviyelerini tehlikeli bir şekilde düşürüyor. Ancak tüm suçu doğaya atamayız. Yanlış su yönetimi ve plansız kentleşme, bu sorunu daha da derinleştiren insan yapımı faktörler olarak göze çarpıyor. Tarımsal sulamada hala verimsiz ve eski yöntemlerin kullanılması, nehirlerimizin ve göllerimizin sanayi ve evsel atıklarla kirlenmesi, su kaynaklarımızı bilinçsizce tüketmemize yol açıyor.
Bu acı gerçek, son yıllarda kuruyan ve kuruma tehlikesiyle karşı karşıya kalan göllerimizin oranına bakıldığında daha da somutlaşıyor. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Bilim Danışmanı Dr. Erol Kesici’nin 2024 yılında yapmış olduğu açıklamada, Türkiye’nin son 60 yılda 240 gölünün 186’sı kurudu. Bu veri bizlere durumun ne kadar vahim olduğunu açık bir şekilde gösteriyor. Türkiye'de kuruyan veya kuruma tehdidi altında olan önemli göllerden bazıları şunlar:
Akşehir Gölü: Nasreddin Hoca’nın maya çaldığı rivayet edilen bu tarihi göl, aşırı tarımsal sulama ve yanlış su politikaları nedeniyle neredeyse tamamen kurumuş durumda. Göl, artık büyük oranda otlak olarak kullanılıyor.
Meke Gölü: "Dünyanın nazar boncuğu" olarak bilinen bu volkanik krater gölü, çevresindeki yeraltı sularının bilinçsizce çekilmesi sonucu tamamen susuz kaldı.
Marmara Gölü: Yakın geçmişe kadar önemli bir sulak alan ve kuş cenneti olan Marmara Gölü, tamamen kuruyarak bir otlağa dönüştü. Bu durum, göl çevresindeki ekosistemi ve biyolojik çeşitliliği olumsuz anlamda etkiledi.
Beyşehir Gölü: Türkiye'nin en büyük tatlı su göllerinden biri olan Beyşehir Gölü de ciddi tehdit altında. Aşırı su kullanımı ve kirlilik nedeniyle su seviyesi 26 metreden 3-4 metreye kadar düştü.
Eber Gölü: Afyonkarahisar'ın simgelerinden olan Eber Gölü, büyük oranda kuruyarak bataklık haline geldi ve biyoçeşitliliğini kaybetti.
Seyfe Gölü: Kırşehir’de bulunan ve önemli bir kuş cenneti olan göl, su kaynaklarının kesilmesi ve kuraklık nedeniyle büyük ölçüde kurudu.
Peki, bu karanlık tabloyu aydınlatmak için ne yapmalıyız? Cevap hem bireysel hem de kolektif bir sorumlulukta yatıyor. Öncelikle devletin su politikalarını yeniden gözden geçirmesi, daha modern ve sürdürülebilir tarım uygulamalarını teşvik etmesi şart. Aynı zamanda, su altyapımızdaki kayıpların önüne geçilmeli ve yağmur suyu hasadı gibi yenilikçi teknolojiler yaygınlaştırılmalı. Bireyler olarak ise her bir damlanın kıymetini bilmek zorundayız. Kısaca söylemek gerekirse suyu bir “tüketim maddesi” değil, korunması gereken bir “yaşam kaynağı” olarak görmeliyiz.
Suyun damla damla tükeniyor olması, sadece kuruyan göller ve barajlar değil, aynı zamanda kuruyan bir geleceği de işaret ediyor. Bu durum karşısında sessiz kalmak, suyun sesini duymazdan gelmek anlamına geliyor. Bugün, musluktan akan suyun kıymetini bilmezsek, gelecek nesillere sadece kurak bir toprak ve susuzluk hikâyeleri miras bırakabiliriz. Bu yüzden, şimdi harekete geçme ve suyun kıymetini anlama zamanı. Yoksa, kulağa ütopik olarak gelse de bir damla suyun bile hayati önem taşıdığı, geleceğimizle yüzleşmek zorunda kalacağız.