Türk sinemasına yeni bir heyecan gerekli
Türk sinema sektörü son dönemde tekrar yükselişe geçmişken bazı gerçeklerle yüzleşmemiz de bu süreçte yerinde olur.
Türk sinemasının tarihine bakıldığında, özellikle 1970-1980'lerdeki dönemi akla gelir. Bu dönemde, yönetmenlerimiz unutulmaz eserler yaratmış ve oyuncularımızın kıtalararası parladığı yıllardır. Türk sineması, bu dönemde birçok uluslararası ödül kazanmış ve dünya çapında tanınmıştır.
O dönemlere renk veren sinemamızın efsane ruhu Yeşilçam, bir zamanlar Beyoğlu'nda Türk sinemasının kalbinin attığı bir sokağın adıydı. Edirne’den Kars’a, Samsun’dan Hatay’a memleketimin her bir yanında akşam kapısı kapanan nice evde, kızlı erkekli tüm gençler buranın hayalini kurarmış; isimsizlere “şöhret”, fakirlere “para” kazandıran sihirli bir evrendi sanki...
Zamanla hazin bir sona dönüştü…
Amerikalılar Hollywood şehrini bir sinema endüstrisi haline getirirken, bizler ise 100 metrelik dar bir sokağımızın bile gün geçtikçe tarihin karanlık sayfalarına karışmasında pay sahibi olduk…
Kah o gün kah bugün dedik, kaderine terk edilip gitti işte! Günümüzde bu sokak halen eski halinde, kabası bile alınmamış…
O sokağı tekrar canlandırabiliriz.
Türk sinemasına yeni bir soluk, yeni bir serüven, yeni bir marka isim gerekiyor ya da Yeşilçam ismiyle devam etmeliyiz. Son 6-7 yıldır Türk dizileri özellikle Asya, Arap dünyası ve Güney amerika'da yoğun ilgi görüyorken, uluslararası arenada Yeşilçam yani Greenpine ya da Anatoliawood tarzında yeni bir marka oluşturup Türk sinemasını endüstriyel bazda daha yüksek çıtalara ulaştırmalıyız.
Sinema kültürü bir toplumun aynasıdır ve bunu ne denli yansıtabilirsek kimliğimizin de yansıtılmasını sağlayabiliriz. Amerikalılar ve Ruslar genellikle filmlerinde kurgusal efsane karakterler oluşturarak aksiyon sahibi bir ülke olduklarını ya da bu nitelikte güçlü bir orduya sahip olduklarını zihinlere kazındırıyorlar. Film endüstrisine hakim bir diğer ülke Hindistan'ın inançlarına bağlılıklarını ya da duygusallıklarını filmlerinden anlayabiliyorken, uzak doğu ülkelerinin de insan ilişkilerinde ne denli etkili olduklarını filmlerinde görebiliyoruz. Dolayısıyla bir toplum hakkında izlediğimiz filmlerden varsayım yaparak toplumların nasıl bir kişiliğe ya da kültüre sahip olduklarına yönelik tahminlerde bulunabiliyoruz. Bizler de Türk sinemasının bizim toplumsal değerlerimizi yansıtacak şekilde bir ivme kazanmalıyız.
Düşünüyorum da; o kadar yazarımız, çizerimiz, eleştirmenimiz, aydınımız, sinema şirketleri, zengin sinema tutkunları, tabii başta yetkililere rağmen manevi değeri büyük küçücük bir sokağın ya da kocaman sinema endüstrisinin kaderine terk edilmesi hiç de mantıklı gelmiyor…
Yeşilçam efsanevi bir marka olmasına rağmen oluşturduğumuz markamıza bile göz yumduk hatta öyle ki emektarlarının bazılarının sokaklarda ölmesine bile engel olamadık. Vefat eden birçok Yeşilçam oyuncusuyla görüşmüştüm, her seferinde sektörün acımasızlığından bahsediyorlardı ve ne üzücü ki çok acı bir imkansızlık içinde vefat ettiler. Maddi durumları elvermediğinden dolayı; kimileri yıkık çatıların altında kimileri huzurevinde kimileri ise ıssız sokaklarda ecelini teslim etti…
Bir bir gidiyorlar…
Onlara iyi imkanlar için arkadaşlarımla aracı olsak da hepsi de sektörümüz utansın diyerek reddetmişti. Bazen çok üzülüyorum onların ardından, dilerim gittikleri yerlerde huzur içinde yatıyorlardır...
Onların filmleri kuşaklardan kuşaklara geldi, yabancı ülke kanallarında bile gördüm Yeşilçam filmlerini. Tüm bunlara rağmen ne yazık ki hakları yeterince korunmadığından telif gelirleri olmadı. Günümüzde hayatta olan bazı isimler halen zor şartlarda hayatlarını idame etmeye çalışıyorlar. Biz her ne kadar yeteri düzeyde önem göstermesek de, o ruhu anımsatan yabancı uyruklular azımsanmayacak kadar çok; Arap ve Asya kökenli kanallar bile halen Yeşilçam filmlerini yayınlatıyor, yaşatıyor…
Geçmişimize sahip çıkarak yarınlara sağlam ayak basmalıyız. Son yıllarda Türk sineması, özgün hikayeler ve nitelikli prodüksiyonlarla tekrar canlanmışken bu fırsatı değerlendirip zamanın sinemasını günümüzle harmanlayıp bir marka kimliği oluşturmalıyız. Türk sineması, gelecekte daha da büyüme potansiyeline sahiptir. Bu, yetenekli genç yönetmenlerin ve oyuncuların desteklenmesi, özgün senaryoların teşvik edilmesi ve teknolojik gelişmelere ayak uydurulmasıyla mümkün olacaktır. Türk sineması, zengin kültürel mirasımızı dünya ile paylaşmanın bir yoludur ve bu yolculuk, hala devam etmektedir.
Türk sineması, geçmişiyle gurur duymalı ve geleceğe umutla bakmalıdır. Bu sanat dalı, özgün bakış açıları ve yaratıcı enerjiyle dolu genç yeteneklerin desteklenmesiyle daha da parlak bir yarın için hazır olmalıdır.
İlgili herkesin bu konuda elini taşın altına koyması gerekiyor ve dilerim ki, sinemamız hak ettiği değeri en yakın zamanda görür.