Trump'ın kabinesi, Türkiye'nin bekası, yeni süreç ve planlama sorunu
Türkiye'nin bekasına yönelik en büyük tehdit, sınırlarının güneyinde bir terör devleti kurulmak istenmesi ve çabası.
Bu plan Obama’nın ikinci döneminden itibaren bizzat ABD tarafından devreye sokuldu.
Trump’ın birinci döneminde kısmen zayıflasa da Biden dönemi ile birlikte hız kazandı.
Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının ardından önce Filistin’e yönelik soykırım girişimi başlatan ardından saldırılarını Lübnan ve Suriye’ye yönelten İsrail’in de güçlü şekilde el atmasıyla birlikte söz konusu plan Türkiye için yakın bir tehdit haline dönüştü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu yöndeki değerlendirmelerinin ardından MHP Lideri Devlet Bahçeli inisiyatif alarak önce Meclis’te DEM Partililerin elini sıktı ardından Öcalan’a çağrıda bulunarak terör örgütünü lağvetmesi halinde “umut hakkı”ndan yararlanabileceğini açıkladı.
Böylece Türkiye’de adı konulmamış “yeni bir süreç” başladı.
Bu sürecin iki ana hedefi vardı;
Birincisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle “iç cepheyi güçlendirmek”, ikincisi ise terörü sonlandırmak.
Bu süreç devam ederken tüm dünya gibi Türkiye de ABD seçimlerine kilitlendi.
Ankara’nın değerlendirmesi, Demokratlar’ın adayı Kamala Harris’in kazanması halinde Obama’nın başlattığı, Biden’ın devam ettirdiği terör devleti planının hız kazanacağı yönündeydi.
O nedenle Irak ve Suriye’den çekilmeyi taahhüt eden Cumhuriyetçiler’in adayı Trump’ın kazanması Türkiye’nin yararına olacaktı.
Ankara’nın umduğu oldu, Trump açık ara seçimleri kazandı.
Ancak 20 Ocak’ta görevi devralacak Trump’ın kabinesi için açıkladığı isimler, Ankara’nın beklentilerini ters yüz edebilecek nitelikte.
Zira Trump’ın özellikle Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Ulusal Güvenlik Danışmanı, CIA Direktörü ve İsrail Büyükelçisi olarak önerdiği isimler – ki bunların tümünün Ankara-Washington ilişkileri üzerinde doğrudan etkisi olacak- Türkiye’yi doğrudan düşman olarak görüyor, PKK/YPG’yi alenen destekliyor ve İsrail’in bölgeyi yangın yerine dönüştürme planlarına açık destek veriyor.
Birinci döneminde Trump’ın Suriye’den çekilme planı Pentagon ve CENTCOM’un direnişine takılmıştı.
Bu isimlerin Trump’ı, “İsrail’in güvenliği” için Suriye’den çıkmama, PKK/YPG’ye destek verme ve bölgede bir terör devleti kurma planlarına çok daha kolay ikna edebileceğini öngörmek gerek.
Ötesi, bu süreç içinde ABD, İsrail’in de yönlendirmesiyle Türkiye’ye karşı daha açık “düşman” pozisyonu takınabilir.
Filistin meselesi ABD’nin PKK/YPG ilişkisini de belirleyecek
Yani önümüzdeki dönem İsrail-Filistin meselesi Türkiye-ABD ilişkilerinin seyrinde öncelikli unsur olacak gibi.
Bu seyir, ABD’nin PKK/YPG yaklaşımı da belirleyecek.
O nedenle gerek bu seyri olumlu bir rotaya oturtma gerekse de Filistin meselesini bir çözüm sürecine koyma açısından Türkiye’nin, Arap ülkeleriyle birlikte bir çözüm formülü üzerinde uzlaşarak bunu Trump yönetimine dayatmaya yönelik bir çaba içine girmesi gerekli ve önemlidir diye düşünüyorum ki Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu yönde yoğun bir çaba içinde olduğu gözleniyor.
Öte yandan Türkiye-ABD ilişkilerinin seyrinden bağımsız olarak Türkiye’nin, birlik ve bütünlüğünü perçinleştirmek, iç huzur ve barışın tesisi ve de toprak bütünlüğüne yönelik tehditlerin bertaraf edilmesi için “iç cephesini güçlendirme” ve terörü sonlandırma çabalarına hız vermesi şart.
Bu aşamada, giriş bölümünde dile getirdiğimiz adı konulmayan “yeni süreç” ile ilgili bazı sorunlara dikkat çekmekte yarar var.
Bilindiği üzere “süreç” ile ilgili tartışmalar Bahçeli’nin DEM Partililerle tokalaşmasıyla başladı.
Bahçeli’nin 22 Ekim’de partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmadaki “Öcalan” çıkışı ise MHP’li kurmayların tabiriyle bir “milat”tı.
İç siyasetteki kimi tartışmaların aksine bunun başından bu yana planlanmış bir devlet politikası olduğunu siyasi öncülüğünü Bahçeli ve MHP’nin yaptığını, Erdoğan ve AK Parti’nin de bunun arkasında olduğunu söyleyegeldik.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son AK Parti MYK toplantısında dile getirdiği, yeni süreç ile ilgili gelişmeler konusunda “Bahçeli ve MHP ile aramızda tam bir mutabakat var” şeklindeki sözleri ve de Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un bu yöndeki son beyanları bunu teyit ediyor.
Doğru planlama ve “iç cepheyi güçlendirme”nin önemi
Ancak gerek sürecin seyri gerekse de yaşanan kimi gelişmelerin bazı endişeler uyandırdığını söylemek lazım.
Bahçeli’nin “Öcalan” çıkışının üzerinden yaklaşık bir ay geçti.
Ancak geçen süre içinde Öcalan’ın yeğeni olan DEM’li bir vekilin İmralı ziyareti dışında hiçbir gelişme olmadı.
Oysa bu çıkış öncesi Öcalan ile kimi görüşmelerin yapılmış olması, Öcalan’ın örgütüne silah bıraktıracağını ve örgütünü lağvedeceği sözünü vermiş olması ve bunun nasıl bir süreç ve planlama dâhilinde hayata geçirileceğinin belirlenmiş olması gerekirdi. – ki bize göre belirlenmiştir de.-
O halde bunun devamı nerede?
Bu planı suya düşürmek isteyen sayısız güç odağının olduğu bilinmesine karşın sürecin ağır-aksak yürütülmesinin ciddi bir risk olduğunun altını çizmemiz gerek.
Zira bu güç odaklarının tümü çoktan karşı pozisyon alıp süreci boşa çıkarmaya yönelik hamlelerini devreye soktu bile.
Sürecin buna fırsat tanınmadan yürütülmesi hayati önemde.
Öte yandan sürecin bir diğer ayağı “iç cepheyi güçlendirmek”ti.
Erdoğan’ın açıklamaları da Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaşması da bu amaca yönelikti.
Ancak süreç ilerlerken ve “yumuşama/normalleşme” eksenli mesajlar verilirken önce Esenyurt, ardından da Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyum atanması olayları yaşandı.
Kuşkusuz konunun bir ayağı söz konusu belediyeler hakkında yürütülen soruşturmalar yani yargı ile ilgili ancak kayyum atamalarının siyasi ve idari olduğu da açık.
DEM Parti’nin Türkiyelileştirilmesi ve sivil siyasete çekilmesi hedeflenirken aksinin olması yetmezmiş gibi ana muhalefet partisi CHP de onlarla aynı rotaya girdi.
Bu gelişmelerin “iç cepheyi güçlendirmek” yerine zayıflattığı apaçık ortada.
Yaşananlar, “içeride süreci akamete uğratmak isteyen iç güçler mi var?” sorusunu akıllara getirmiyor değil.
Varsa bu güçlerin ifşa edilmesi ve üzerine gidilmesi gerekir.
Sözün özü, ülkemizin iç huzur, barış ve refahı ve de birlik, bütünlük ve bekası için iç cephenin güçlendirilmesi de terör riskinin bertaraf edilmesi de büyük önem taşıyor.
O nedenle adı konmayan “yeni süreç” oldukça önemli ve değerli.
Bunun doğru ve planlı bir şekilde yürütülerek nihai hedefe ulaştırılması en büyük temennimiz.