Sorun şiilik mi?
Umman, Arap Yarımadasının güneydoğu ucunda altı milyon nüfuslu küçük bir ülke. Nüfusun yarısı Harici yarısı Şii ve Sünni. Haricilik hem teorik olarak hem de pratikte en radikal mezheptir.
Öyle ki Hariciler peygamberimizin göz bebeği, Müslümanların sevgilisi Hz. Ali’yi dinden döndüğü gerekçesiyle şehit ettiler. Tarih kitaplarında Haricilerin kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları acımasızca katlettikleri, hamile kadınların karınlarını bıçakladıklarıyla ilgili yüzlerce vakıa vardır.
Oysa Umman’da yüzyıllardır farklı mezheplere mensup Müslümanlar huzur içinde, kardeşçe yaşıyorlar. Yani sorun mezhep değil mezhepleri nasıl algıladığımız. Hz. Ali’yi öldürenlerde Hariciydi. Umman kralı da Harici. Umman’ın kurucu kralı çok sert bir insandı. Onun döneminde kadınların tek başlarına sokağa çıkması yasaktı. Namahrem bir erkekle birlikte ancak belli saatlerde sokağa çıkabilirler ve belirli yerlere gidebilirlerdi. Kral çok katı olduğundan 1970 senesinde oğlu tarafından devrildi. O günden beri kadınlar istedikleri kıyafeti giyiyorlar, istedikleri vakitte istedikleri yerlere gidiyorlar. Yani sorun Haricilik değil Hariciliğin nasıl algılandığı.
Azerbaycan halkının baskın çoğunluğu Şii. Türkiye Sünni. Mezhep farklılığı iki ülke arasında en ufak bir sorun doğurdu mu? Ayrılığa, gayrılığa sebep oldu mu? Hayır. Peki neden olmadı? Çünkü Türkiye, Azerbaycan’da Sünnilik propagandası yapmıyor. Azerbaycan, Türkiye’de Şiilik propagandası yapmıyor. Mezheplerimizin farklı olması, onları birbirimize dayatmadığımız sürece ve birbirimizi düşmanlaştırmazsak sorun teşkil etmez. Konuyla ilgili değil ama Türkiye’nin bazı mahfillerce iddia edildiği gibi Sünnilik propagandası daha doğrusu Sünnicilik yapmadığının en bariz kanıtı, Türkiye-Azerbaycan ilişkileridir.
İran’ın sorunu halkının mezhebi değil. Rejiminin mezhepçilik yapması. İran halkı Şah döneminde de Kaçarlar iktidardayken de Şii’ydi. Dindardı. Kaçarlar, Osmanlılarla ve Türkistan’daki Türk devletleriyle Safeviler gibi sorun yaşamadılar. Çünkü Şiilik siyaseti gütmediler. Şahın Türkiye, İsrail ve Arap devletleriyle ilişkileri çok iyiydi. Hatta o tarihlerde Araplar, İsrail’e düşmandılar. Yani İran aynı zaman diliminde birbirlerine düşman olan İsrail’le ve Arap devletleriyle iyi ilişkilere sahipti.
Azerbaycan halkının ekseriyetinin Şii olması Arap devletleriyle, Batıyla hatta İsrail’le ilişkilerini geliştirmesine engel oluyor mu? Irak halkının da çoğu hem de mutaassıp Şii. Bağdat, üzerindeki İran baskısı zayıfladıkça Arap devletleriyle ve Batıyla hepsinden mühimi Türkiye ile ilişkilerini geliştiriyor. Şii olmaları onları engellemiyor ya da Şii oldukları için dışlanmıyorlar.
Demek ki sorun Şiilik ya da dindarlık değil. Sorun takip edilen politikalar. Şii azınlıkları kullanarak devletlerin iç işlerine karışma, kargaşa olan devletlerde fırsattan istifade ederek mevzi kazanma, kargaşa olmayan devletlerde kargaşa çıkarmak, Şiilik propagandası ve provokasyon İran’ın belli başlı politikaları.
İran Lübnan’daki ve Irak’taki kargaşa ortamından ve devletlerin zayıf olmasından istifade ederek kendine bağlı ordular kurdu. Yakın zamana kadar İran’ın dini liderine bağlı olan Haşdi Şabi, Irak ordusundan güçlüydü. Haşdi Şabi’nin orduya katılmasına aksi halde yok edilmesine karar verilince tablo değişti. Haşdi Şabi zayıflayıp ordu güçlendikçe Irak, devlet refleksleri göstermeye başladı. Hizbullah hala güçlü ama 7 Ekim öncesinden çok zayıf. Yemen ve Suriye’de de Lübnan ve Irak’la benzer süreçler yaşandı.
Şii hilali oluşturma stratejisi İran rejimine dosttan çok düşman kazandırdı. İran rejimi etkili olduğu ülkelerde dini anlayışını yaydı, insanları Şii yaptı ve kitleleri politize etti ama refah üretemedi. Ülkeleri kalkındıramadı. Bırakın gelişmeyi ve zenginleşmeyi başta İran olmak üzere Şii Hilaline dahil olan devletler geri kaldı. Halklar fakirleşti. Bunun sonucunda İran rejimi hem dışarıda hem de içeride destekçilerinin çoğunu kaybetti.
Aslında benzer akıbeti Suudi Arabistan’da yaşadı. Riyad tam elli yıl kitlelere Selefi-Vehhabi inancını benimsetmek için yüz milyarlarca dolar harcadı. 1990’larda çok başarılı olmuş gözüken bu proje, kitlelerin zamanla sürdürülemez derecede katı olan bu inancı terk etmeleriyle ve bazı Vehhabi- Selefilerin Suudi Arabistan’ın takip ettiği politikaları önce eleştirmeleri sonra terörist eylemler başlatmalarıyla sonuçlandı. Taliban, El Kaide, DEAŞ, Bako-Hararm ve Nusra gibi terör örgütleri bu sürecin ürünleri.
Suudiler mezhepçiliğin kendilerine zarar verdiğini fark ettiler ve bu stratejiden vaz geçtiler. Suudi Arabistan’da bile İslam’ın ılımlı yorumunu uygulamaya soktular.
Görüldüğü gibi mezhebin ismi önemli değil. Mezhepçilik bu siyaseti takip eden ülkeyi de bu siyasetin uygulandığı ülkeleri de tüketiyor. Türkiye ticari, ekonomik, insani ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ve ilgili tarafların tamamının kazanması üzerine inşa edilen Türk modelini uygulamaya devam etmeli. Mezhepçilikten uzak durmalı.