Para ve adalet ilişkisi
Türkiye'nin Dünya Bankası'nın 18 milyar dolarlık yatırım kredisinden yararlanması gündeme gelmesi heyecan yarattı. Bu kredinin sürdürülebilir kalkınma hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik yatırımlarda kullanılması halinde, bu hedeflerin gerçekleştirilmesine katkı sağlayacağı düşünülüyor. Bu kredinin doğrudan kamu eliyle yatırıma dönüştürülmesi veya maden, enerji, ağır sanayi gibi büyük yatırımlarda yabancı yatırımcı ortaklıkları oluşturulması ihtimali beraberinde başkaca konuları gündeme getirmektedir.
Hem yabancı yatırımcının hem ev sahibi devlette yaşayanların adalete erişiminin iyileştirilmesi ve alternatif yargısal yöntemlerin etkinliğinin artırılması, iş dünyası ve insan hakları ihlallerinin önlenmesi, doğan mağduriyetlerin giderilmesi konusunda daha kapsamlı değerlendirme sonuçlarının oluşması gereksinimini de ortaya çıkmaktadır.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi tarafından
insan haklarına ilişkin çok uluslu şirketler ve ticari girişimler hakkında
uluslararası düzeyde yasal bağlayıcı kurallar oluşturulduğunu biliyoruz.
Çok uluslu şirketlerin yatırım faaliyetlerini yürütmeleri
sürecinde ev sahibi devletteki vatandaşların iş, güvenlik, sağlık, çevre gibi
bazı alanlarda insan haklarının ihlallerine sebebiyet verebildiğini yakın
zamanda yaşanan örneklerle de gözlemledir. Her ne kadar ev sahibi devlette
yaşayan ve insan hakları ihlal edilen mağdurlar hem kendi devletlerindeki yargı
kanallarına hem yatırımcının kendi ülkesindeki mahkemelere de başvurabilmekteyseler
de adalete erişimde karşılaşılan zorluklar göz ardı edilmeyecek kadar fazla.
Bu zorlukların başında, yargıya erişimin ekonomik
maliyeti ve yabancı yatırımcının hukuki sorumluluğunun kapsamının
belirlenememesi, ulusal yargı işleyişinden kaynaklanan sınırlamalar ve
alternatif yargı yollarında rıza bariyeri yer almaktadır.
Her ne kadar yabancı ana şirket ve bu şirketin ev sahibi
devletteki bağlı şirketler yapılanmaları nedeniyle ana şirketin sorumluluğu
konusu karmaşık ise de; Lahey Temyiz Mahkemesi’nin 2021 yılında verdiği Dört
Nijeryalı Çiftçi ve Stichting Milienduensie – Shell davası ve Birleşik Krallık
Yüksek Mahkemesi’nin 2021 yılında verdiği Okpabi ve Diğerleri-Shell davasında
ana şirketin bağlı şirkete ilişkin özen yükümlülüğünün bulunduğu yönünde kararlar
vermiştir. Her ne kadar özen yükümlülüğü ve sorumluluk konusunda bakış açısı bu
yönde ise de, ana şirket-bağlı şirket özen yükümlülüğü ve sorumluluğu konusu
karmaşıklığını korumaya devam etmektedir.
Ticari faaliyetlerin insan hakları üzerindeki olumsuz etkisine
ilişkin uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözümlenmesinin teşvik edilmesi,
Birleşmiş Milletler Uluslararası Ticaret Hukuku Komisyonu Kurallarına da göz
atmayı gerektirmektedir.
Tahkimde, tarafların tahkim rızasının varlığı önemlidir.
Ev sahibi devletin veya devlet kuruluşlarının özel hukuk tüzel kişisi veya
egemen devlet olarak hareket ettiği hukuki ilişkilerde, tahkime rıza
verilmesinin önündeki bariyerlerin en aza indirgenmesi, özellikle, maden,
enerji, ağır sanayi yatırımlarında tahkim şartına yer verilmesi devlet
politikası olarak ele alınmalıdır. Avrupa Birliği üye devletlerinin şirketleri
tarafından insan haklarının korunmasına yönelik gerekli özeni gösterme
gerekliliklerini uygulama ve raporlama taahhüdünü hem ana kurumsal yapı hem
bağlı yapılar ve değer zincirindeki paydaşların sorumluluğu konusundaki yaklaşım
emsal alınmalıdır. Para ile adalet arasındaki ilişkinin sağlıklı olması önemli
bir gereksinimdir.
Değişen ekonomik, siyasi, politik, teknolojik ve sosyal
koşullar nedeniyle çeşitlenen hukuki ilişkilerin içeriği ve niteliğinin yeniden
tanımlanması, çözümlerin uyuşmazlığın
taraflarını tatmin etmesi, çözüm yönetimin eşitlik ve gizlilik ilkeleriyle
yürütülmesi, uyuşmazlığın sebepten sonuca varan sürecinin detaylı ve kapsamlı
ele alınması, uyuşmazlığın kaynağını ve teknik sebeplerinin tespit edilmesi ve
nihai karar sürecine yansımasının en az maliyetle en kısa sürede
gerçekleştirilmesi gereksinim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hukuki ilişkinin taraflarının uyuşmazlık çözüm sürecinin
tamamında özgür iradelerini kullanabildikleri, üzerinde tasarruf edebildikleri
konularda ve alanlarda, içerik ve kapsamını belirleyebildikleri kurallarla
uyuşmazlık çözümünün parçası olabildikleri süreçlerin teşvik edilmesi devletler
genel hukuku ilkeleri ve ulusal hukukumuzun uygulanması ilkeleri arasında
sürdürülebilir ilişkinin yakınlaşması bu gereksinimlerden birisidir. Bu
bağlamda Yabancı Tahkim Kararlarının Tanınması ve Tenfizi Hakkına New York Sözleşmesi
uygulaması ve adli iş birliğinin geliştirilmesi de devlet politikası olarak
değerlendirmeye alınabilir niteliktedir.